19 Ocak 2021 Salı

Do - Make farkı

do coffee? make coffee?

'Yapmak' anlamındaki Do / Make fiilleriyle ifade edilen eylemlerden bazıları:

Do /did /done

to do something (bir şey yapmak)

to do homework (ev ödevi yapmak)

- I have done my homework.
(Ev ödevimi yaptım)

to do a test (bir test yapmak)

to do an exam (bir sınav yapmak)

to do exercise (alıştırma-idman yapmak)

to do research (araştırma yapmak)

to do a project (bir proje yapmak)

to do business (iş yapmak)

to do work (iş yapmak)

to do damage / to do harm (zarar vermek)

to do a favour (iyilik yapmak)

- I have done favour for people who can do nothing for me.
(Benim için hiç bir şey yapmayan insanlara iyilik yaptım)

to do an assignment (bir atama yapmak)

to do badly (kötü yapmak)

to do good (iyi yapmak)

to do some reading (bazı okumalar yapmak)

to do some writing (biraz yazı işi yapmak)

- I’m in the mood to do some writing today.
(Biraz yazma havasındayım bugün)

to do the accounts (hesap yapmak)

to do the shopping (alışveriş yapmak)

to do the cleaning (temizlik yapmak)

to do housework (ev işi yapmak)

to do the dishes (bulaşık yıkamak)

- As soon as she got home, she would do the dishes.
(Eve gider gitmez bulaşıkları yıkardı)

to do the ironing (ütü yapmak)

to do the laundry (çamaşır yıkamak)

to do 90 kilometers per hour (saatte 90 km hız yapmak)

- If you do 100 per hour in the city center, you will be fined.
(Şehir merkezinde 100 km kız yaparsanız ceza yersiniz)

to do the paperwork (evrak işi yapmak)

to do your duty (görevini yapmak)

to do your hair (saçını yapmak)

- I used to do hair everyday of the week.
(Haftanın her günü saçlarımı yapardım)

to do your makeup (makyaj yapmak)

to do your best (elinden gelenin en iyisini yapmak)

- We did our best but we lost the contest.
(Elimizden geleni yaptık ama yarışmayı kaybettik) 





Make / made / made

to make someone happy (birini mutlu etmek)

To make someone sad (birini üzmek)

to make someone angry (birini kızdırmak)

to make a mistake (hata yapmak)

- We made a mistake on our experiment.
(Deneyimizde bir hata yaptık)

to make a choise (bir seçim yapmak)

- You have to make a choise.
(Bir seçim yapman gerekiyor)

to make a bundle (deste yapmak)

to make a cake (kek yapmak) 

to make tea / coffee (çay / kahve yapmak) 

to make a comment (bir yorum yapmak)

to make a deal (anlaşma yapmak)

- Let’s make a deal, I will cook if you wash the dishes.
(Bir anlaşma yapalım, bulaşıkları yıkarsan yemeği ben pişiririm)

to make a compromise (uzlaşma-anlaşma)

to make a decision (karar vermek-karara varmak)

to make a difference (fark yaratmak)

- This project has made a difference to the lives of millions of students.
(Bu proje milyonlarca öğrencinin hayatında bir fark yarattı)

to make a complaint (şikayet etme-yakınma)

to make a profit (kâr elde etmek)

to make a fortune (servet yapmak)

to make a habit (alışkanlık yapmak)

to make a move (harekete geçmek)

- I hope you make a move about it someday.
(Umarım bir gün bu konuda harekete geçersiniz)

to make a phone call (bir telefon araması yapmak)

to make a presentation (sunum yapmak)

to make a promise (hata yapmak)

to make a remark (uyarı yapmak)

to make an appointment (randevu almak)

to make a reservation (yer ayırtmak)

to make a booking (yer ayırtmak – rezervasyon)

- Get one night free at our hotel when you make a booking from Mondays to Fridays.
(Pazartesiden Cumaya rezervasyon yaptığınıda otelimizde bir gece konaklama bedava)

to make a visit (bir ziyaret yapmak)

to make a sound (ses yapmak – çıkarmak)

to make a speech (konuşma yapmak)

- I’m going to make a speech at the meeting.
(Toplantıda bir konuşma yapacağım)

to make a suggestion (bir öneride bulunmak)

to make a threat (tehdit etmek)

to make an attempt (girişimde bulunmak)

to make an enquiry (soruşturma-araştırma yapmak)

to make an exception (bir istisna yapmak)

to make an excuse (bir bahane üretmek)

to make an offer (bir teklif yapmak)
- They could make an offer for me in the summer. (Yazın bana bir teklifte bulunabilirler)

to make arrangements (düzenlemeler yapmak)

to make friends (arkadaş yapmak-edinmek)

to make changes (değişiklik yapmak)

- I want to make changes to the garden for summer.
(Yaz için bahçede değişiklikler yapmak istiyorum)

to make corrections (düzeltmeler yapmak)

to make peace (barışmak)

to make love (sevişmek)

to make money (para yapmak /kazanmak)
- A lot of us just want to make money and enjoy life. (Pek çoğumuz sadece para kazanmak ve hayattan zevk almak ister)

to make noise (gürültü yapmak)

to make plans (plan yapmak)

to make progress (ilerleme kaydetmek)

- "If we think of everything we have to do, we feel overwhelmed. If we do the one thing we need to do, we make progress." Simon Sinek

(Yapmamız gereken her şeyi düşünürsek bunalmış hissederiz. Yapmamız gereken tek şeyi düşünürsek ilerleme kaydederiz)

to make sense (anlamlı – mantıklı olmak)

to make time (zaman ayırmak)

- Never force someone to make time for you.
(Size zaman ayırması için kimseyi zorlamayın)

to make trouble (sorun çıkarmak)

to make dinner / lunch / breakfast (akşam yemeği / öğle yemeği / kahvaltı hazırlamak)

to make sure (emin olmak)

to make a mess (ortalığı dağıtmak)

to make the bed (yatağı yapmak-düzeltmek)

to make war (savaş yapmak)