30 Ocak 2023 Pazartesi

İngilizcede hayvan yavruları

Dog – puppy (Köpek – yavru köpek)

Cat – kitten (Kedi – yavru kedi)

Horse – foal (At – tay, sıpa)

Lion, tiger – cub (Aslan, kaplan – yavru aslan, yavru kaplan)

Kangaroo – joey (Kanguru – yavru kanguru)

Turtle – hatcling (Kaplumbağa – yavru kaplumbağa)

Fish – fry (Balık – yavru balıklar)

Goat – kid (Keçi – keçi yavrusu)

Swan – cygnet (Kuğu – bebek kuğu)

Rabbit – bunny (Tavşan – yavru tavşan)

Pigeon – squab (Güvercin – güvercin yavrusu)

Frog – tadpole (Kurbağa – kurbağa yavrusu, iribaş)

Sheep – lamb (Koyun – kuzu)

Cow – calf (İnek – buzağı, dana)

Zebra – foal (Zebra – zebra yavrusu)

Eagle – eaglet (Kartal – kartal yavrusu)


 



26 Ocak 2023 Perşembe

Neyin ne olduğunu bilmek

- No place name is mentioned in the article. So, how do readers know what's what or who's who?
(Makalede herhangi bir yerden bahsedilmiyor. Peki, okuyucu, neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu nasıl bilecek?)

- I know what's what. (Neyin ne olduğunu biliyorum) 

- If she is not smart enough to know what is what then she is not suitable for a managerial position.
(Neyin ne olduğunu bilecek kadar akıllı değilse yönetici olmak için uygun değildir)

- My favorite character was Holmes. He always seemed cool and knew what's what.
(Benim en sevdiğim karakter Holmes’ti. O her zaman sıra dışı görünür ve neyin ne olduğunu bilirdi)

- We never knew what was what. There has always been speculation in the investment landscape.
(Neyin ne olduğunu hiçbir zaman bilemedik. Yatırım ortamlarında hep spekülasyonlar olmuştur)

Know what’s what:

Neyin ne olduğunu bilmek, bir şey hakkındaki tüm gerçeklerden haberdar olmak, bilgisi olmak anlamlarındaki ingilizce deyim.

28 Aralık 2022 Çarşamba

İngilizcede katlanmak - tahammül etmek

- I've had to put up with your complaints for years. (Yıllarca sızlanmalarına katlanmak zorunda kaldım)

- I am a proud person and will not put up with a tyrannical boss.
(Ben onurlu bir insanım ve zalim bir patrona katlanmayacağım)

- They would rather put up with the problems than give it up. (Sorunları bırakmaktansa onlara katlanmayı tercih ediyorlar)

- Why do you put up with your friends being mean to you? (Arkadaşlarının sana kaba davranmalarına neden katlanıyorsun?)

- We could never work in Istanbul. We wouldn’t be able to put up with the traffic.
(İstanbul’da asla çalışamayız. Trafiğe katlanamazdık)

- I can’t believe we’ve put up with each other for this long. (Birbirimize bu kadar uzun süre tahammül ettiğimize inanamıyorum)


Put up with: Birisine veya bir şeye katlanmak, tahammül etmek anlamında phrasal verb.

19 Aralık 2022 Pazartesi

ingilizce diken üstünde olmak

- I am on pins and needles as I wait for my exam results all day. (Bütün gün sınav sonuçlarımı beklerken diken üstündeydim)

- I was on pins and needles until I heard that her train had arrived to Ankara safely.
(Treninin sağ salim Ankara'ya vardığından emin olana kadar diken üstündeydim)⠀ 
 
- Students are on pins and needles about a possible snowy day. (Öğrenciler karlı bir gün ihtimaline karşı diken üzerindeler) Endişeyle veya 'umutla' bekliyorlar.

- We're at work and were on pins and needles watching that World Cup Final. It was exciting.(İşyerinde Dnya Kupası Finalini izlerken diken üzerindeydik. Çok heyecanlıydı)

- My sister was on pins and needles waiting to hear if she was accepted. Fine arts college was her dream school.
(Kız kardeşim kabul edildiğini duyana kadar diken üzerinde bekledi. Güzel sanatlar koleji onun rüyasını süslüyordu)

- I'm sure everyone is on pins and needles to hear what our boss has to say about the annual leave.
(Eminin herkes patronumuzun yıllık izinler hakkında söyleyeceklerini duymak için heyecanla bekliyordur)

On pins and needles: Gergin ve endişeli bekleyiş, diken üzerinde olmak anlamlarında İngilizce deyim.

7 Aralık 2022 Çarşamba

İngilizcede KISA KESMEK - LAFI UZATMAMAK deyimi

İngilizcede; kısa kes, lafı uzatma, sadede gel

- I will cut to the chase. Why didn't you come to talk to team yesterday?
(Kısa keseceğim. Neden dün, takımla konuşmak için gelmedin?)

- What are you trying to say? We are really busy, so could you just cut to the chase?
(Ne söylemeye çalışıyorsun. Gerçekten çok meşgulüz bu yüzden hemen sadede gelebilir misin?)

- Let’s cut to the chase and talk about how you can make better Newspaper's sports page.
(Lafı uzatmayalım ve gazetenin spor sayfasını nasıl daha iyi hale getirebileceğimizi konuşalım)

- I don't have enough time, so I'm going to cut to the chase. (Fazla vaktim yok o yüzden lafı uzatmayacağım)

- Can we cut to the chase and go straight to the school please?
(Lafı uzatmadan doğruca okula gidebilir miyiz lütfen?)

- If you have been around here for long, you know I cut to the chase!
(Uzun zamandır buralardaysan, lafı uzatmadığımı bilirsin)

Cut to the chase:

Lafı fazla uzatmamak, kısa kesmek, lafı uzatmadan sadede gelmek gibi anlamları olan İngilizce deyim.

5 Aralık 2022 Pazartesi

Check - Control FARKI

İngilizcede 'Check' ve 'Control' fiilleri arasındaki farklar, örnek kullanımlar: 

- The policeman can control the traffic but cannot check the air in your tire.

   
   (Polis memuru trafiği kontrol edebilir ancak lastiğinizin havasını kontrol edemez)


Check:

Bir şeyin doğru/eksik olup olmadığını denetlemek, incelemek anlamlarında.
Örneğin; bir yapılacaklar listesini, sınav kağıdını veya otomobilin hava lastiğini, yağını, suyunu incelerken "check" fiili kullanılmalı.


- I will check the washing machine to see if it’s working. (Çalışıp çalışmadığını görmek için çamaşır makinesini kontrol edeceğim)

- Did you check answer to each question? (Her sorunun cevabını kontrol ettin mi?)

- If you purchased a theater ticket online, check your e-mail for all the details.
(Eğer internetten bir tiyatro bileti aldıysan, detaylar için e-posta kutunu kontrol et)


Control:

Bir şeyin üzerinde hakimiyet kurmak için onu yönetmek veya yönlendirmek anlamındadır. Örneğin; insan davranışlarını, trafiği, ekonomiyi veya bir otomobili yönetirken "control" fiili kullanılır.

- He was very drunk. He couldn’t control the car and it crashed. (Çok sarhoştu. Arabayı kontrol edemedi ve çarptı)

- You must learn to control your temper. (Öfkeni kontrol etmeyi öğrenmelisin)

- Technology should supposed to free us, not to control us. (Teknolojinin bizi kontrol etmesi değil, özgürleştirmesi gerekiyor.)

22 Kasım 2022 Salı

Midesi kaldırmamak - Sindirememek

- I can't stomach the idea of working on the weekend. (Hafta sonu çalışma fikrini içime sindiremiyorum)

- I cannot stomach her image or voice. She makes me feel sick. (Onun sesine veya görüntüsüne katlanamıyorum. Beni hasta ediyor.)

- Perhaps if you can’t stomach criticism then here is not the place for you. (Eleştiriyi sindiremiyorsanız belki de burası size göre bir yer değildir)

- I cannot stomach watching any horror movies anymore. Artık herhangi bir korku filmini izlemeyi midem kaldırmıyor)  

Cannot stomach someone/something:

Midesi kaldırmamak, katlanamamak, kabullenememek, birisinden veya bir şeyden çok fazla hoşlanmamak, bir şeyi veya birisini sindirememek gibi anlamları olan İngilizce deyim.

21 Kasım 2022 Pazartesi

ingilizcede Şapka Çıkarmak

- I haven't been able to exercise lately. My hat is off to everyone who does this regularly.
(Son zamanlarda spor yapamadım. Bunu düzenli olarak yapan herkese şapka çıkarıyorum) Düzenli spor yapan herkese saygı duyuyorum, hayranım.

- My hat is off to you. Well done! (Şapka çıkarıyorum. Aferin!)

- My hat is off to the Genclerbirligi Football Team for their victory last night.
(Geçen gece kazandıkları zafer için Gençlerbirliği’ne şapka çıkarıyorum)

- Bravo! You really know how to grow a garden. My hat is off to you. Good job.
(Bravo! Bahçe işlerinden gerçekten anlıyorsun. İyi iş.

- My hat is off to her for speaking the brutal truth about our sales at the meeting.
(Toplantıda satışlarımızla ilgili acı gerçeği söylediği için ona şapka çıkarıyorum)

My hat is off to (someone): Şapka çıkarmak, önünde eğilmek. Yani, yaptıklarına saygı duymak ve hayran olmak anlamlarına gelen İngilizce bir deyim.

9 Kasım 2022 Çarşamba

If I was - If I were farkı

"If I was" ve "If I were" şartlı ifadeleri arasındaki farklar, benzerlikler. Conditional Clauses

IF I WERE...

"If I were…” 
kalıbı, gerçek olması pek mümkün olmayan, hayali durumlarda kullanılır.

- If I were a dog, I would be a Rottweiler. (Bir köpek olsaydım bir Rottweiler olmak isterdim) Ama bir köpek olmam mümkün değil.

- Very good price! I'd buy it, if I were you. (Çok iyi fiyat! Yerinde olsam satın alırdım) "If I were you..." (yerinde olsam...) İngilizcede çok yaygın bir ifadedir. Birine tavsiyede bulunurken, akıl verirken kullanılır.

- If I were rich, I'd feed every stray cat on the street. (Zengin olsam, sokaktaki tüm kedileri beslerdim) Zengin değilim, sadece bunu hayal ediyorum.

- If I were Englishwoman, I'd probably live in Bristol. ( İngiliz kadını olsaydım, muhtemelen Bristol’de yaşardım)


IF I WAS...

“If I was…” kalıbı geçmişte olması mümkün durumlardan bahsederken kullanılıyor. Genellikle bir pişmanlığı dile getirirken veya özür dilerken bu şartlı yapı kullanılır.

- I always apologize if I was wrong or very rude. (Hatalıysam veya çok kabaysam her zaman özür dilerim)

- My boss always yelled at me if I was late to work. (İşe geç kalmışsam patronum bana hep bağırırdı) Gerçekten bazen işe geç kaldığı anlaşılıyor. Yani böyle bir olasılık hep var.

- I am sorry, if I was made any mistake in this article. (Bu yazıda herhangi bir hata yapmışsam, özür dilerim) Hatalı bir şey yazmış olma ihtimali hep vardır.

- Sorry if I was offline, I’ve been really busy with kids lately. (Çevrimdışı idiysem üzgünüm, son zamanlarda gerçekten çocuklarla çok meşgulüm)

Buna rağmen, ana dili İngilizce olan konuşmacılar bazen hayali durumlarda bile söze "If I were..." yerine  “If I was…” kalıbıyla başlayabilir.

- If I was a doctor, I'd be more interested in the patient than the disease. (Doktor olsaydım, hastalıktan çok hastayla ilgilenirdim.)

Bu örnekte dilbilgisine uygun yazım “If I were a doctor…” şeklinde olmalıydı, ancak yanlış kullanım teklifsiz – resmi olmayan konuşmalarda yaygın olarak görülür.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Kağıt Üzerinde İyi Görünüyor - İngilizce

- They new plan looks good on paper. (Yeni planları kağıt üzerinde iyi görünüyor)

- Our company has many projects. They all look good on paper but some have many problems. (Şirketimizin pek çok projesi var. Hepsi de kağıt üzerinde iyi görünüyor ancak bazılarının sorunları var)

- Cutting 60% of your budget may look good on paper intially, but it means a rapid decline in the quality of your product.
(Bütçenin yüzde 60'ını kesmek başlangıçta kağıt üzerinde iyi görünebilir, ancak bu, ürününüzün kalitesinde hızlı bir düşüş anlamına gelir)

- The tournament draw was made. All the matchups that look good on paper. (Turnuvanın kuraları çekildi. Eşleşmeler kağıt üzerinde iyi görünüyor)

- Your ideals may look good on paper, but the reality is something else. (Hayallerin kağıt üzerinde iyi görünebilir fakat gerçeklik başka bir şeydir)

- Proffesor explains why models that look good on paper are not guaranteed to work well in production.
(Profesör, kağıt üzerinde iyi görünen modellerin neden üretimde iyi çalışacağının garanti edilmediğini açıklıyor)


To look good on paper: İyi bir fikir veya plan gibi görünmesine rağmen muhtemelen iyi bir fikir veya plan değil.