31 Ocak 2019 Perşembe

What are you up to? / What are you doing?

What are you up to?
What are you doing?

Her iki ifade de "Ne yapıyorsun? (şu anda)" anlamında olmasına rağmen bazı farklar var.

What are you doing? sorusu tonlamaya da bağlı olarak daha direkt veya kaba gibi görünür. Ne yapıyorsun?

What are you up to? ise daha endirekt, daha yumuşak biçimde "Ne yapıyorsun?" demektir. Günlük kullanımda daha çok tercih edilir.

What are you up to? (Ne yapıyorsun?)
What are you up to this saturday? (Cumartesi günü ne yapıyorsun?)
What are you up to these days? (Bu günlerde ne yapıyorsun?) Neler yapmaktasın?

20 Ocak 2019 Pazar

Could kullanımı - örnekler


1- ‘Can’ modalının (yardımcı fiilinin) geçmiş zaman hâlidir.

- At one time I could swim hundred of meters in two minutes, but I can’t anymore. (Bir zamanlar yüz metreyi iki dakikada yüzebilirdim ama artık yapamam)

- When I was young I could eat a 1 kg steak and still feel for more. Now a 100g beef patty is too much for me. (Gençken 1 kilo biftek yiyebilirdim ve doymazdım. Şimdi 100 gram köfte çok geliyor.)

2- Olasılık veya yeterlilik içeren ifadelerde. Bu cümleler aynı zamanda şartlı (conditional) olabilir.

- Perhaps you could produce a short film on hens. (Belki tavuklar üzerine kısa bir film çekebilirsin)

- You could pass the exam if you study regularly. (Düzenli çalışırsan sınavı geçebilirsin)

- If you could travel back in time, where would you go? (Zamanda yolculuk yapabilseydin, nereye giderdin?)

3- Rica cümlelerinde. Örneğin “Could you do” ifadesi “can you do” ifadesine göre daha nazikçedir.

- Could you close the door please? (Kapıyı kapatabilir misin lütfen)

- Could I have some salt please. (Biraz tuz alabilir miyim lütfen)

4- Geçmişle ilgili bir pişmanlık, şikayet veya bahane belirtirken.Genellikle yapılamayan veya yanlış yapılan eylemlerden bahsederken. “Could have” kalıbında kullanılır. Örneğin; I could have do (yapabilirdim).

- I could have been a doctor , but I didn’t have the patience to stay in school and finish. (Bir doktor olabilirdim fakat okulu bitirecek kadar sabrım yoktu)

- We never could have known that it would happen. (Bunun olacağını asla bilemezdik)

- You could have told me that you love to someone else. (Bana başka birinden hoşlandığını söyleyebilirdin)


5- “Olabilir” anlamına gelen “Could be” kalıbı şeklinde kullanım. Bir tavsiyede bulunurken veya eleştiri yaparken daha nazik görünmek veya doğrudan fikir beyan etmiş gibi görünmemek için de bu kalıp kullanılır.

- I could be wrong but we haven't seen this film on the tv. (Yanılıyor olabilirim ama bu filmi tv’de daha önce görmedik)

- Daniel Caligiuri could be the solution to Fenerbahce SK's woes. (Daniel Caligiuri Fenerbahçenin sıkıntılarına çözüm olabilir.)

Would have / Could have / Should have / kullanımı - örnekler

11 Ocak 2019 Cuma

İngilizcede büyük sayıların okunuşu


542,290,575,250 (Beşyüz kırk iki milyar, iki yüz doksan milyon, beş yüz yetmiş beş bin, ikiyüz elli)

Five hundred and forty-two billion, two hundred and ninety million, five hundred and seventy-six thousand, two hundred and fifty.

180,000
One hundred and eighty thousand.

40,100
Forty thousand, one hundred.

200,047
Two hundred thousand, forty-seven.

3,000
Three thousand. (Three thousands denmez) İngilizcede sayılar teleffuz edilirken çoğul yapılmaz.

Fiyat teleffuz edilirken,

3,000 TL
Three thousand liras (İngilizcede paradan bahsedilirken ise para birimi çoğul yapılır. Para birimi başa yazılır; ₺3.000 gibi)

5.75 TL
Five Turkish liras, seventy-five. (Ancak İngilizcede günlük kullanımda kuruşlu ifadeler okunurken daha pratik olduğundan para birimleri söylenmeyebilir. Five seventy-five şeklinde de söylenebilir.)

$500,000
Five hundred thousand dollars veya
Five hundred grand. (Bazen bin sözcüğü yerine “Grand” kullanılır. Fakat sayıda küsurat varsa kullanılamaz.

2,000
Two grand denebilir (2,300 Two grand three hundred denemez. Two thousand three hundred denir)

veya 2K (Son zamanlarda iyice yaygınlaşan bir kullanım. Özellikle teknik terminolojide 1000 yerine çoğunlukla "K" kullanılır)
8K (Sekiz bin)

7 Ocak 2019 Pazartesi

On time / in time farkı

On time:

Tam zamanında anlamındadır. Ne biraz erken, ne de biraz geç. Tam planlanan zamanda, tam zamanında.

- I’m trying to be on time for work for the whole year. (Tüm yıl boyunca işe tam zamanında gitmeye çalışıyorum-uğraşıyorum)

- The job interview has been scheduled for 17:30.  I have to arrive on time. (İş görüşmesi saat 17.30'da. Tam zamanında orada olmalıyım)


In time:

Zamanında anlamında. "On time" ifadesi kadar bir keskinlik yoktur. Öncesinde veya sonrasında yeteri kadar boşluk olabilir. 

- My flight was at 8 o'clock. I missed it because I couldn't be at the airport in time. (Uçuşum saat sekizdeydi, Zamanında havaalanında olamadığım için uçağı kaçırdım)

- The ambulance arrived just in time. (Ambulans zamanında geldi)