30 Nisan 2021 Cuma

If - Whether farkı

Aynı anlamda kullanım

Cevabı evet veya hayır olan dolaylı sorular
(indirect question) sorulduğunda, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi if ve whether birbirlerinin yerine kullanılabilir. Ancak burada whether biraz daha biçimseldir (formal).

- Do you know if they ever worked together? (Birlikte çalışıp çalışmadıklarını biliyor musun?)

- Do you know whether they ever worked together? (Birlikte çalışıp çalışmadıklarını biliyor musun?)

- Do you know if the store is open? (Mağazanın açık olup olmadığını biliyor musunuz?)

- Do you know whether the store is open? (Mağazanın açık olup olmadığını biliyor musunuz?)


Farklı Anlamlarda kullanım

Şartlı (conditional) cümlelerde if,
ortada iki seçeneğin olduğu durumlarda whether kullanıyoruz.

- If you do your homework, you can go outside with the skateboard. (Ev ödevini yaptıysan kaykayla dışarı çıkabileceksin)

- If I can do it, you can too. (Eğer bunu ben yapabiliyorsam, sen de yaparsın) 

- I don't know whether to laugh or cry. (Ağlamsam mı, gülsem mi bilmiyorum)

- I wonder whether our thoughts are mutual. (Düşüncelerimizin karşılıklı olup olmadığını merak ediyorum)

19 Nisan 2021 Pazartesi

İngilizcede "ağzındaki baklayı çıkarmak"

Tam karşılığı fasulyeleri saçmak/dökmek olsa da Türkçedeki "ağzındaki baklayı çıkarmak" "dökülmek" deyimlerinin karşılığıdır: Spill the beans

- I'm going to spill the beans and tell them I love Selin. (Ağzımdaki baklayı çıkarıp Selin'i sevdiğimi söyleyeceğim)

- Did he spill the beans and talk about what happens behind closed doors. (Kapalı kapılar ardında olup bitenleri döküldü mü?) 

14 Nisan 2021 Çarşamba

Some / Any kullanımı

Bazı, biraz anlamındaki bu iki sözcük sayılamayan isimlerle ve sayılabilen çoğul isimlerle birlikte kullanılır.
(Uncountable nouns – plural countable nouns)


'Some' olumlu cümlelerde, 'Any' olumsuz ve soru cümlelerinde kullanılır.


Some

Olumlu cümlelerde bazı, biraz anlamında kullanım:

- I want some water. (Biraz su istiyorum) water sayılamayan isim

- You can take some paper in my bag. (Çantamdan biraz kağıt alabilirsin) burada paper çoğul anlamdadır

- Selin bought some flowers for her birthday. (Selin doğum günü için biraz çiçek satın aldı)


Soru olmasına rağmen teklif veya istek cümlelerinde de some kullanılır:

- Would you like some cake? (Kek ister misin?)

- May I have some extra sugar please? (Biraz fazladan şeker alabilir miyim?)


Some sözcüğünün yukarıdaki bilindik anlamı dışında, yaklaşık, aşağı yukarı anlamında kullanıldığı da olur.

- I saw this kind of movies some 10 years ago. (Bu tür filmleri yaklaşık 20 yıl önce izledim)

- She has some 500 followers on Twitter. (Twitter’de 500 kadar takipçisi var)



Any

Olumsuz veya soru cümlelerinde any kullanımı:

- My son doesn’t have any friends at school. (Oğlumun okulda hiç arkadaşı yok)

- Do you have any pets? (Hiç evcil hayvanın var mı?)

- Does he have any money to buy computer? (Bilgisayar almak için hiç parası var mı?)


- I don’t have any car. DİYEMEYİZ. Çünkü bu örnekte ‘car’ tekil bir isim (singular)
Bunun yerine;
- I don't have a car. denebilir.   



Any / No

Bazen there ile başlayan olumsuz cümlelerde any’ yerine ‘nokullanıldığı da olur. Bu durumda anlam değişmez.

- There aren’t any cats on the street. (Sokakta hiç kedi yok)

- There are no cats on the street. (Sokakta hiç kedi yok)





10 Nisan 2021 Cumartesi

Be / Being farkı - kullanımı


Be / Being

'Olmak' fiilinin şimdiki zaman kipinde kullanımı.

- He is rude. (O kabadır) Hep kabadır. Kişiliği böyledir.

- He is being rude. (O çok kaba oluyor) Her zaman böyle değildir ama şimdi kabalaşıyor)



- You are lazy. (Tembelsin) Her zaman tembelsin

- You are being lazy. (Tembelleşiyorsun) Normalde tembel değilsin ama tembellik ediyorsun



- Nihat is stupid. (Nihat aptaldır) Hep aptaldır, kişiliği böyledir

- Nihat is being stupid.
(Nihat aptalca davranıyor) Şu an için aptal



- I’m happy. (Mutluyum)

- I’m being happy when I go to the gym. (Spora gittiğimde mutlu oluyorum)



- I was being emotional when I visited my grandma. (Büyükannemi ziyaret ettiğimde duygusallaşıyordum)


- She is being patient for all this time with someone like him. (Bunca yıldır onun gibi birine sabırlı davranıyor)

25 Mart 2021 Perşembe

How about / What about farkı

How about... / What about... Yakın anlamdaki bu iki ifade arasındaki farklar ve kullanımı:


How about

Daha çok, karşı tarafa bir öneride bulunurken, bir seçenek sunarken kullanırız. Sonrasında genellikle fiil gelir.

- How about we go to the park? (Parka gitmeye ne dersin?)

- How about making your own album art? (Kendi albüm kapağınızı yapmaya ne dersiniz?)

- We have done the homework. How about watching a few episodes of the Rafadan Tayfa? (Ödevlerimizi yaptık. Rafadan Tayfa’dan bir kaç bölüm izlemeye ne dersin?)



What about

Bir olası sorundan, sakıncadan bahsederken veya bir itiraz, olumsuz nokta belirtirken. Devamında çoğunlukla isim veya edat gelir.

- My computer has broken. I had important documents in it. But what about the cost of recovery the data. (Bilgisayarım bozuldu. İçinde önemli belgelerim vardı. Peki ya verileri kurtarmanın maliyeti ne olacak?)

- We have adapted to the C19 pandemic. What about children who cannot go to school. (Biz salgın hastalığa uyum sağladık, peki ya okula gidemeyen çocuklar.

- We will go to the picnic at weekend. But what about the exams on Monday? (Hafta sonu pikniğe gideceğiz. Peki ya pazartesi günkü sınavlar?)



"Ya sen?" anlamında How about / What about

Her ikisi de kullanılabilir.

- I live in Ankara. How about you? (Ben Ankara’da yaşıyorum. Ya sen?) Sen nerede yaşıyorsun?

- I live in Ankara. What about you? (Ben Ankara’da yaşıyorum. Ya sen?) Sen nerede yaşıyorsun?



- Daffodils make me happy. How about you? (Nergis çiçekleri beni mutlu ediyor. Peki ya seni?)

- Daffodils make me happy. What about you? (Nergis çiçekleri beni mutlu ediyor. Peki ya seni?)

7 Mart 2021 Pazar

İngilizcede Of kullanımı

Sahiplik durumu (possession) belirtilirken of edatı veya ‘s takısı kullanılıyor. Hangi durumda hangisini tercih etmeliyiz?

Cansız varlıkların sahiplik durumundan bahsediliyorsa of edatı kullanılıyor.

- The wall of the garden is very high. (Bahçenin duvarı çok yüksek)

- The color of the pencil is black. (Kalemin rengi siyah)

- The pencil’s color is black. Yanlış


Canlı varlıklar (insanlar-hayvanlar), ülkeler, organizasyonların sahiplik durumlarından bahsedilirken ‘s takısı tercih ediliyor.

- My daugther's cat is lost. (Kızımın kedisi kayıp)

- The horse’s tail was so beautiful. (Atın kuyruğu çok güzeldi)

- Turkey’s most populous city is Istanbul. (Türkiye’nin en kalabalık şehri Istanbul’dur)





Miktar, sayı (quantity) belirtirken kullanılan a lot of, a couple of, a number of, a majority of, a minority of gibi ifadelerde:

- I read your letter a lot of times. (Mektubunu pek çok kez okudum)

- I saw her a couple of years ago at Ulus. (Onu bir kaç yıl önce Ulus’da gördüm)

- A majority of the schools tried to stay open all this year during Covid pandemic. (Okulların çoğu bu yıl covid salgını sırasında açık kalmaya çalıştı)

- We just need a number of friends we can be certain. (Güvenebileceğimiz birkaç arkadaşa ihtiyacımız var)



Yine miktar, sayı belirtirken kullanılan, some, both, many, much, several, all, almost gibi ifadelerde bağlama göre kullanılır ya da kullanılmaz.
Örnek:

- Almost all students hate exam. (Neredeyse öğrencilerin hepsi sınavlardan nefret eder)
Genelleme yapılmış, neredeyse dünyadaki tüm öğrenciler.

- Almost all of our students hate exam. (Öğrencilerimizin neredeyse hepsi sınavlardan nefret ediyor)
Belirli bir öğrenci grubundan bahsediliyor. Bizim okuldaki öğrenciler, ya da bizim ülkemizdeki öğrenciler.





14 Şubat 2021 Pazar

Take off ifadesinin anlamları

Take off

Uçağın yerden kalkması, havalanması.

- Our plane about to take off. (Uçağımız havalanmak üzere)


Birdenbire popüler olmak veya bir başarı elde etmek.

- Music career took off after his last song. (Müzik kariyeri son şarkısının ardından tırmanışa geçti, fırladı)


Bir şeyi -yerinden, üzerinden- çıkarmak. (Bir giysi, ayakkabı veya eşyayı)

- I usually forget to take off my barret for food. (Yemek yerken beremi çıkarmayı unuturum)

- It will be hard to take off the red nail polish stain on the sofa. (Kanepedeki kırmızı oje lekesini çıkarmak zor olacak)

- Could I take off my shoes? (Ayakkabılarımı çıkarabilir miyim?)


Bir yeri aniden terk etmek. (Genellikle aniden)

- Sorry, I need to take off. (Üzgünüm, hemen ayrılmam gerekiyor)

7 Şubat 2021 Pazar

Personal / Personnel farkı

Kişi, birey anlamındaki 'person' sözcüğünden türeyen iki İngilizce kelime: Personal / Personnel 

Personal
Kişisel, şahsi, özel...

- Unfortunately due to personal reasons I can’t come back to the company. (Maalesef kişisel nedenlerden dolayı şirkete geri dönemem)


Personnel
Eleman, çalışan, personel...

- Due to the winter storm, classes will be held remotely on Friday. Essential personnel will continue to come to campus. (Kar fırtınasından dolayı Cuma günü dersler uzaktan yapılacaktır. Gerekli çalışanlar okula gelmeye devam edecek)

19 Ocak 2021 Salı

Do - Make farkı

do coffee? make coffee?

'Yapmak' anlamındaki Do / Make fiilleriyle ifade edilen eylemlerden bazıları:

Do /did /done

to do something (bir şey yapmak)

to do homework (ev ödevi yapmak)

- I have done my homework.
(Ev ödevimi yaptım)

to do a test (bir test yapmak)

to do an exam (bir sınav yapmak)

to do exercise (alıştırma-idman yapmak)

to do research (araştırma yapmak)

to do a project (bir proje yapmak)

to do business (iş yapmak)

to do work (iş yapmak)

to do damage / to do harm (zarar vermek)

to do a favour (iyilik yapmak)

- I have done favour for people who can do nothing for me.
(Benim için hiç bir şey yapmayan insanlara iyilik yaptım)

to do an assignment (bir atama yapmak)

to do badly (kötü yapmak)

to do good (iyi yapmak)

to do some reading (bazı okumalar yapmak)

to do some writing (biraz yazı işi yapmak)

- I’m in the mood to do some writing today.
(Biraz yazma havasındayım bugün)

to do the accounts (hesap yapmak)

to do the shopping (alışveriş yapmak)

to do the cleaning (temizlik yapmak)

to do housework (ev işi yapmak)

to do the dishes (bulaşık yıkamak)

- As soon as she got home, she would do the dishes.
(Eve gider gitmez bulaşıkları yıkardı)

to do the ironing (ütü yapmak)

to do the laundry (çamaşır yıkamak)

to do 90 kilometers per hour (saatte 90 km hız yapmak)

- If you do 100 per hour in the city center, you will be fined.
(Şehir merkezinde 100 km kız yaparsanız ceza yersiniz)

to do the paperwork (evrak işi yapmak)

to do your duty (görevini yapmak)

to do your hair (saçını yapmak)

- I used to do hair everyday of the week.
(Haftanın her günü saçlarımı yapardım)

to do your makeup (makyaj yapmak)

to do your best (elinden gelenin en iyisini yapmak)

- We did our best but we lost the contest.
(Elimizden geleni yaptık ama yarışmayı kaybettik) 





Make / made / made

to make someone happy (birini mutlu etmek)

To make someone sad (birini üzmek)

to make someone angry (birini kızdırmak)

to make a mistake (hata yapmak)

- We made a mistake on our experiment.
(Deneyimizde bir hata yaptık)

to make a choise (bir seçim yapmak)

- You have to make a choise.
(Bir seçim yapman gerekiyor)

to make a bundle (deste yapmak)

to make a cake (kek yapmak) 

to make tea / coffee (çay / kahve yapmak) 

to make a comment (bir yorum yapmak)

to make a deal (anlaşma yapmak)

- Let’s make a deal, I will cook if you wash the dishes.
(Bir anlaşma yapalım, bulaşıkları yıkarsan yemeği ben pişiririm)

to make a compromise (uzlaşma-anlaşma)

to make a decision (karar vermek-karara varmak)

to make a difference (fark yaratmak)

- This project has made a difference to the lives of millions of students.
(Bu proje milyonlarca öğrencinin hayatında bir fark yarattı)

to make a complaint (şikayet etme-yakınma)

to make a profit (kâr elde etmek)

to make a fortune (servet yapmak)

to make a habit (alışkanlık yapmak)

to make a move (harekete geçmek)

- I hope you make a move about it someday.
(Umarım bir gün bu konuda harekete geçersiniz)

to make a phone call (bir telefon araması yapmak)

to make a presentation (sunum yapmak)

to make a promise (hata yapmak)

to make a remark (uyarı yapmak)

to make an appointment (randevu almak)

to make a reservation (yer ayırtmak)

to make a booking (yer ayırtmak – rezervasyon)

- Get one night free at our hotel when you make a booking from Mondays to Fridays.
(Pazartesiden Cumaya rezervasyon yaptığınıda otelimizde bir gece konaklama bedava)

to make a visit (bir ziyaret yapmak)

to make a sound (ses yapmak – çıkarmak)

to make a speech (konuşma yapmak)

- I’m going to make a speech at the meeting.
(Toplantıda bir konuşma yapacağım)

to make a suggestion (bir öneride bulunmak)

to make a threat (tehdit etmek)

to make an attempt (girişimde bulunmak)

to make an enquiry (soruşturma-araştırma yapmak)

to make an exception (bir istisna yapmak)

to make an excuse (bir bahane üretmek)

to make an offer (bir teklif yapmak)
- They could make an offer for me in the summer. (Yazın bana bir teklifte bulunabilirler)

to make arrangements (düzenlemeler yapmak)

to make friends (arkadaş yapmak-edinmek)

to make changes (değişiklik yapmak)

- I want to make changes to the garden for summer.
(Yaz için bahçede değişiklikler yapmak istiyorum)

to make corrections (düzeltmeler yapmak)

to make peace (barışmak)

to make love (sevişmek)

to make money (para yapmak /kazanmak)
- A lot of us just want to make money and enjoy life. (Pek çoğumuz sadece para kazanmak ve hayattan zevk almak ister)

to make noise (gürültü yapmak)

to make plans (plan yapmak)

to make progress (ilerleme kaydetmek)

- "If we think of everything we have to do, we feel overwhelmed. If we do the one thing we need to do, we make progress." Simon Sinek

(Yapmamız gereken her şeyi düşünürsek bunalmış hissederiz. Yapmamız gereken tek şeyi düşünürsek ilerleme kaydederiz)

to make sense (anlamlı – mantıklı olmak)

to make time (zaman ayırmak)

- Never force someone to make time for you.
(Size zaman ayırması için kimseyi zorlamayın)

to make trouble (sorun çıkarmak)

to make dinner / lunch / breakfast (akşam yemeği / öğle yemeği / kahvaltı hazırlamak)

to make sure (emin olmak)

to make a mess (ortalığı dağıtmak)

to make the bed (yatağı yapmak-düzeltmek)

to make war (savaş yapmak)

24 Aralık 2020 Perşembe

Next / Near farkı

Yön veya adres tarifinde kullanıldığında birbirine karıştırılan iki sözcük: Next / near

Near:
Yakınında, yakınlarda.

- He was working on a farm near the city of Konya. (Konya yakınlarında bir çiftlikte çalışıyordu)

- I'll be at a hotel near the hospital through week. (Hafta boyunca hastane yakınında bir otelde olacağım)

- Is there a post office near here? (Bu yakınlarda bir postane var mı?)


Next to:
Yanında, bitişiğinde.

- Can I sit next to you? (Yanınıza oturabilir miyim?)

- There are two cars parked next to our building. (Binamızın yanına park etmiş iki araba var)

- The bus stop next to the bank. (Otobüs durağı bankanın yanında)