11 Ocak 2019 Cuma

İngilizcede büyük sayıların okunuşu


542,290,575,250 (Beşyüz kırk iki milyar, iki yüz doksan milyon, beş yüz yetmiş beş bin, ikiyüz elli)

Five hundred and forty-two billion, two hundred and ninety million, five hundred and seventy-six thousand, two hundred and fifty.

180,000
One hundred and eighty thousand.

40,100
Forty thousand, one hundred.

200,047
Two hundred thousand, forty-seven.

3,000
Three thousand. (Three thousands denmez) İngilizcede sayılar teleffuz edilirken çoğul yapılmaz.

Fiyat teleffuz edilirken,

3,000 TL
Three thousand liras (İngilizcede paradan bahsedilirken ise para birimi çoğul yapılır. Para birimi başa yazılır; ₺3.000 gibi)

5.75 TL
Five Turkish liras, seventy-five. (Ancak İngilizcede günlük kullanımda kuruşlu ifadeler okunurken daha pratik olduğundan para birimleri söylenmeyebilir. Five seventy-five şeklinde de söylenebilir.)

$500,000
Five hundred thousand dollars veya
Five hundred grand. (Bazen bin sözcüğü yerine “Grand” kullanılır. Fakat sayıda küsurat varsa kullanılamaz.

2,000
Two grand denebilir (2,300 Two grand three hundred denemez. Two thousand three hundred denir)

veya 2K (Son zamanlarda iyice yaygınlaşan bir kullanım. Özellikle teknik terminolojide 1000 yerine çoğunlukla "K" kullanılır)
8K (Sekiz bin)

7 Ocak 2019 Pazartesi

On time / in time farkı

On time:

Tam zamanında anlamındadır. Ne biraz erken, ne de biraz geç. Tam planlanan zamanda, tam zamanında.

- I’m trying to be on time for work for the whole year. (Tüm yıl boyunca işe tam zamanında gitmeye çalışıyorum-uğraşıyorum)

- The job interview has been scheduled for 17:30.  I have to arrive on time. (İş görüşmesi saat 17.30'da. Tam zamanında orada olmalıyım)


In time:

Zamanında anlamında. "On time" ifadesi kadar bir keskinlik yoktur. Öncesinde veya sonrasında yeteri kadar boşluk olabilir. 

- My flight was at 8 o'clock. I missed it because I couldn't be at the airport in time. (Uçuşum saat sekizdeydi, Zamanında havaalanında olamadığım için uçağı kaçırdım)

- The ambulance arrived just in time. (Ambulans zamanında geldi) 

28 Aralık 2018 Cuma

Compound adjectives örnek cümleler

Compound adjectives nedir?
Bir birleşik sıfat (compound adjective) iki veya daha fazla sözcükten oluşan bir sıfattır.
Genelde bu iki veya daha fazla sözcük, arasına tire (-) konularak tek bir sıfat haline dönüştürülür.
Birleşik sıfatlar; isim+sıfat, isim+fiil(past participle), isim+fiil(present), sıfat+isim, sıfat+fiil(PP), zarf+fiil(PP) şeklinde olabilir.

I saw a man-eating alligator on tv. (Televizyonda adam yiyen bir timsah gördüm)
Burada timsah tanımlanıyor. İnsan yeme özelliği olan bir timsahtan bahsediliyor. - Nasıl bir timsah? - İnsan yiyen bir timsah..

I saw a man eating alligator on tv.
(Televizyondan timsah yiyen bir adam gördüm)
Tire konulmadığında bu cümleden timsah yiyen bir adamdan bahsedildiği, yani ilk cümledeki durumun tam tersi bir durum anlaşılıyor.


Compound adjective örnek cümleler:
- She lives in a Turkish-speaking country. (O, Türkçe konuşulan bir ülkede yaşıyor)

- Kemal Sunal is a well-known Turkish actor. (Kemal Sunal çok tanınan bir Türk aktördür)

- It’s a five-day tour. (Üç günlük bir gezi) Bileşik sıfat çoğul olduğunda sonuna ‘s’ konulmaz.

- My doughter is reading a 500-page book. (Kızım beşyüz sayfalık bir kitap okuyor)

- It was a four-hour flight. (Dört saatlik bir uçuştu)
Bu cümle “The tour is five days long.” şeklinde de söylenebilirdi. Ancak bileşik fiil kullanmak ifadeye daha akademik bir hava katar. Üst seviye İngilizce bilgisinin olduğunun göstergesidir.
- Mr.Orhan stated doesn't block anyone on Twitter because he’s open-minded. (Orhan Bey açık görüşlü biri olduğundan, Twitter’de kimseyi engellemediğini belirtti)

- I have excuse. I’m hot-headed. (Mazeretim var, asabiyim ben.)

- We will start using wind-powered generators next year. (Gelecek yıl rüzgar enerjili jeneratörler kullanmaya başlayacağız.)

- This is a smoke-free facility. Thank you for not smoking. (Burası sigara içilmeyen (sigarasız) bir tesistir. Sigara içmediğiniz için teşekkür ederiz.)

- Sebahat made her fortune the old-fashioned way. She inherited it. (Sebahat servetini eski moda yöntemle edindi. Miras kaldı.)

- He barely raises his voice. He is very soft-spoken usually. (Nadiren sesini yükseltir. Genellikle çok yumuşak konuşan biridir.)

- Are you left-handed? (Solak mısınız?)

20 Aralık 2018 Perşembe

How many times - How much time

"How many times" ve "How much time" kullanımı, farkları ve örnek cümleler.

How many times:
How many time.
İşlem sayısını veya eylemin tekrarlanma sayısını öğrenmek için sorulan soru.

- How many times did you take a shower today? (Bugün kaç kez duş aldın?)
- How many times have you been to Ankara? (Ankara'da kaç kez bulundun?)
- How many times have we gone down this road? (Bu yoldan kaç kez gittik?)

How much time:
How much times
Süre, toplam süre, yapılan işin zaman olarak miktarı. Daha günlük dilde aynı anlamlara gelen "how long" kalıbı da kullanılır.

How much time does it take to write the report? (Raporu yazmak ne kadar sürer? - Rapor ne kadar sürede yazılır?)
- How much time does it take to go on Google and search them up? (Google'a girmek ve onları aramak ne kadar zaman alır?)
- How much time have you waited in line? Ne kadar zamandır sırada bekliyorsun?
- How long have you waited in line here? (Ne kadar zamandır sırada bekliyorsun?)

12 Aralık 2018 Çarşamba

in / in to / into farkı / Örnek cümleler

 "in" ve "to" hangi durumlarda ayrı yazılmalı, hangi durumda bitişik yazılmaldır?

in

İçinde, içeri, –da, -de anlamlarına gelen bir edat (preposition) olarak kullanılır.

- Kadri has gone for a walk in the forest. (Kadri ormana yürüyüşe gitti)
- Your doll was in the kitchen. (Oyuncak bebeğin mutfaktaydı)
- Have you read my latest article in Milliyet? (Milliyet gazetesindeki son makalemi okudun mu?)
- I was burn in 1988. (1988 yılında doğdum)


Bir ‘phrasal verb’ ögesi olarak kullanıldığında ilgili ifadeye çok daha farklı anlamlar yükler.

- My grandmother has departed this world and onto the next step in her journey. (Büyükannem bu dünyadan ayrıldı ve yolculuğunun bir sonraki adımına geçti.) phrasal verb



into 

1-
Hareket, taşıma, yürüme, kayma fiili içeren cümlelerde kullanılır.
Aynı anlamları taşıyan bir 'phrasal verb’in parçası olabilir.
Yön ve adres ifade edilirken kullanılır.
- Kadri  walked into the forest. (Kadri  ormana doğru yürüdü) Ormana giriş yapıyor.
- Kadri has gone for a walk in the forest. (Kadri  ormana yürüyüşe gitti) Şu an ormanda.
- The plane flew into Mersin  an hour late. (Uçak Mersin’e 1 saat geç uçtu)
- If you run into a wall, don't turn around and give up. Figure out how to climb it, go through it. (Eğer bir engelle karşılaşırsan vazgeçip geri dönme. Onu nasıl aşabileceğini çözmeye çalış.) run into bir phrasal verb. Umulmadık bir şeyle karşılaşmak anlamında kullanılmış.
- I dropped my keys into the pool! (Anahtarlarımı havuza düşürdüm)
- I’m heading into the city centre to buy a few new year’s presents. (Birkaç yılbaşı hediyesi almak için şehir merkezine doğru gidiyorm-yola çıktım-)
- I go out into the streets hoping to make one good photograph. A.Olmos
 (İyi bir fotoğraf çekmeyi umarak sokağa çıkarım.)

2- Bir durum değişikliğini ifade ederken. Bir nesne veya durum X iken Y haline dönüştü.
- Children divided the cake into five pieces. (Çocuklar pastayı beşe böldüler)

3- Bir şeyle çok ilgili olmak, coşkuyla ve hevesle yapmak, onun çok içinde olmayı ifade ederken.
- Ozan is really into football. (Ozan geçekten futbolla çok ilgili –futbolun içinde-)
- I’m into photography and jazz music. (Fotoğrafçılık ve caz ile ilgileniyorum-seviyorum)
- What kind of are you into? (Ne tür müzik dinlersin?)


in to

Teleffuzda pek fark olmasa da yazımda ayrı veya bitişik yazıma dikkat edilmelidir. 

İpucu: Eğer ‘to’ bir ‘infinitive verb’ ögesi veya bir edat (preposition) ise ‘in’den ayrı yazılır.
'In' bir ‘phrasal verb’ ögesi ise 'to'dan ayrı yazılır.

- Radio NTV is the station tune in to listen to the latest and breaking news and weather updates. (NTV Radyo güncel haber ve hava durumunu dinlemek için ayarlanan bir  radyo istasyonudur.) Tune in phrasal verb,  to listen infinitive verb

- I have to log in to the school portal to register for classes. (Dersleri kaydetmek için okul portalına giriş yapmam gerekiyor) Log in phrasal verb, to ise  preposition (edat) olarak kullanılmış.

- We will come in to have a cup of tea. (Bir bardak çay içmeye geleceğiz)



26 Kasım 2018 Pazartesi

Also - as well farkı / örnek cümleler

Ayrıca, ... de, ... da, ilaveten, yanı sıra anlamlarına gelen 'also' ve 'as well' kullanımları ve farkları:

'Also' daha çok yazım dilinde tercih edilir. Teklifsiz konuşmada, günlük dilde daha az yaygındır. Cümlelerin başında veya ortasında bulunabilir, yani vurgulanmak istenen ifadenin hemen öncesinde.

- I work very hard but I also go to the folklore every week. (Çok sıkı çalışıyorum ama aynı zamanda hafta sonları halk oyunlarına da katılırım.)
- She‘s also the most energetic teacher in the school. (O aynı zamanda okuldaki en faal öğretmendir)


'As well' özellikle konuşma dilinde tercih edilir. Cümlenin başında bulunmaz, genede cümle sonundadır. İngiliz İngilizcesinde daha yaygın kullanılır.

- Ahmet's brother will be joining us as well. (Ahmet'in kardeşi de bize katılacak)
- Coach taken full responsibility of its failure as well. (Antrenör başarısızlığın tüm sorumluluğunu da üzerine aldı)

16 Kasım 2018 Cuma

"If you could" yapısı ve örnek cümleler

If you could...

1- Varsayım cümlelerinde kullanılır. 
Bu kalıpla bir soru sorulduğunda "eğer yapabiliyor olsaydınız...", "mümkün olsaydı..."

- If you could go anywhere in Africa, where would you go? (Afrika'nın herhangi bir yerine gidebilseydin neresine giderdin?)

- If you could change body, what do you want to do? (Vücudunu değiştirebilsen, ne yapmak isterdin)

- If you could travel back in time, where and when would you go? (Eğer zamanda yolculuk yapabilseydin, nereye ve ne zaman giderdin?)

Şartlı (conditional sentence) ifade olduğundan, ilk cümlecik ile ikinci cümlecik yer değiştirebilir ancak araya virgül konmaz.

- Where and when would you go if you could travel back in time?


2- Rica cümlelerinde. Bu yapı kullanıldığında istek daha kibarcadır.

- It would be great if you could finish this report by Friday. (Bu raporu cuma gününe kadar bitirebilirsen harika olur)

If you could close the window, I would really appreciate it. (Pencereyi kapatabilirsen gerçekten çok memnun olurdum)

Would have / Could have / Should have / kullanımı - örnekler

12 Kasım 2018 Pazartesi

Less - Fever farkı / örnek cümleler

More sıfatının tam tersi olan bu iki sözcük de "daha az" anlamına gelmesine rağmen her cümlede birbirlerinin yerine kullanılmaz.

Fewer, sayılabilen (countable) isimlerle birlikte, less sayılamayan (uncountable) isimlerle birlikte kullanılır.

Örnekler:

Fewer:
- Fahrettin got 350 fewer votes than Sefer. (Fahrettin Sefer'den 350 oy daha az aldı)
- In hundred words or fewer, write a story about Ankara. (Ankara'yı 100 veya daha az sözcükle anlatan bir hikaye yazın)
· There are fewer people at the meeting than I expected. (Toplantıda umduğumdan daha az insan var.)

Less:
- I make less money than my wife. (Karımdan daha az para kazanıyorum)
- According to the research, we are less optimistic than our parents. (Bir araştırmaya göre ebeveynlerimizden daha az iyimseriz.)
- There is less privacy today because of Instagram, facebook, etc.. (Günümüzde Instagram, Facebook vb yüzünden daha az mahremiyetimiz var)

6 Kasım 2018 Salı

Problem - issue farkı

Problem:
Sorun, mesele. Daha genel. Her durumda kullanılabilir.

- We have a big problem. (Büyük bir problemimiz var) 

 - There was a problem with the printer this morning.
(Bu sabah yazıcıyla ilgili bir sorun vardı)

Issue:
Sorun, mesele anlamında olmasına rağmen daha az olumsuz anlamdadır. Siyasette, iş dünyasında ve sağlık sektöründe tercih edilir. “Issue” daha diplomatik bir dil kullanılırken tercih edilir.

- Mental illness is a real issue that needs to be solved.
(Ruh sağlığı çözülmesi gereken gerçek bir sorundur)

- I've never had an issue with my body and weight. (Vücudumla ve kilomla ilgili hiç sorumum olmamıştı)

- Sarkık Tırık, director general of XYZD Foundation, said the fundamental issue was consumption.
(XYZD Vakfı başkanı Sarkık Tırık, temel sorunun tüketim olduğunu söyledi)


"Issue" sözcüğünün diğer anlamları / kullanımları:

Konu başlığı, madde, husus anlamlarında kullanılır. 
- The issue of this week: Geometry. (Bu haftaki konumuz: Geometri)
- This has been the best article that I've read about this issue.
(Bu konu hakkında okuduğum en iyi makale bu)

Dergi ve gazete yayımcılığında sayı, baskı anlamlarında kullanılır.
- December issue (Aralık sayısı)


2 Kasım 2018 Cuma

İngilizcede yağmurla ilgili ifadeler.


What is the weather like? (Hava nasıl?) Burada what yerine how kullanılmaz.

Is it still raining out? (Hala yağmur yağıyor mu?)

It’s raining. (Yağmur yağıyor)

It’s drizzling. (Çiseliyor)

It’s spitting. (Atıştırıyor) Yağmurun yağdığı çok az hissediliyor anlamında.

It’s pouring. (Dökülüyor) Bardaktan boşanırcasına yağıyor anlamında.

It’s going to rain. (Yağmur yağacak) Gelecek zamanlı hava durumu cümlelerinde yalnızca “going to” kullanılır, “will” kullanılmaz.

It’s going to be a wet and windy day (Yağmurlu ve rüzgarlı bir gün olacak) Islak anlamındaki wet bazen yağmurlu anlamında kullanılır.

It’s been raining non-stop for two days. (İki gündür aralıksız yağıyor)

I was caught in a downpour. (Yağmura yakalandım). Downpour: Beklenmeyen, ani yağmur.

We were out in the rain for hours. Our clothes are soaking! (Saatlerce yağmurda kaldık, elbiselerimiz sırılsıklam oldu)