30 Aralık 2017 Cumartesi

Would have / Could have / Should have / kullanımı - örnekler

Would, should ve could modalları have ile kullanıldığında geçmişe (uzak veya yakın) atıfta bulunulur. Yapardım (yapacaktım), yapmalıydım, yapabilirdim gibi. Cümlede could/should/would have kalıbından sonraki fiilin 3. çekim hali kullanılır (past participle).

Örnek cümleler:

Would have

- The ambulance arrived just in time. If they arrived any later she would have died. (Ambulans tam zamanında yetişti. Biraz geç kalsalar ölürdü-ölecekti)

- I would have called you yeterday, but my phone wasn't working.
(Seni dün arardım -arayacaktım- ama telefonum çalışmıyordu)

  - If I had seen Kaan, I would have given him his book. (Kaanı görseydim, ona kitabını verirdim -verecektim-)

- Not a problem. You would have done the same for me. (Sorun değil. Aynısını sen de benim için yapardın)

If only I had studied harder. I would have passed the test. (Keşke daha sıkı çalışsaydım. Testi geçerdim)

 - We would have beaten Ukraine if Burak Yilmaz played. (Maçta Burak Yılmaz oynasaydı Ukrayna'yı yenerdik.)

  - I never would have expected to be watching a tennis match. But here we are (Bir tenis maçı izleyeceğimi hiç ummazdım-beklemezdim. Ama işte burdayız)

  - I would have pick you up from the office, but I ran out of gas. (Seni işyerinden alırdım-alacaktım- fakat benzinim bitti.)




Could have

  - It could have been nice if she had put those dress on. (Şu elbiseleri giyseydi hoş olabilirdi)

  - You could have done better on your exam, if you had studied. (Eğer çalışsaydın sınavda daha başarılı olabilirdin.)

  - We could have won if Selçuk was fit. (Selçuk formda olsa kazanabilirdik)


  - I could have died at that traffic accident. (O trafik kazasında ölebilirdim.


Should have

  - I should have told you these earlier. (Bunları sana daha önce söylemeliydim)

  - You should not have eaten more (Daha fazla yememeliydin)

  - If he didn't like their work, they should have sacked them. (Eğer yaptıkları işi beğenmediyse onları işten kovmalıydı)

  - You should have written to me. (Bana -mektup- yazmalıydın)

24 Aralık 2017 Pazar

All - Whole farkı / örnekler

We studied all day. (Bütün gün çalıştık)
We studied the whole day. (Bütün gün çalıştık) (Gün boyu çalıştık)

İki örnek birbirine çok benziyor ancak önemli bir fark var:
İlkinde bütün gün çalışıldığı ancak bu ders çalışma işinin kesintisiz olmadığını anlamalıyız. Çalıştık ancak arada bir mola verdik, dışarı çıktık, yemek yedik, vs.
İkincisinde gün boyu ders çalıştık, kesintisiz, başka bir işle uğramadan çalıştık anlamı çıkartılmalı.

Almost all tickets for all shows sold out in Ankara. (Ankara'daki gösteriler için biletlerin neredeyse hepsi satıldı.)
There was a baby in the bus. The baby cried the whole time. (Otobüste bir bebek vardı. Yolculuk boyunca ağladı-kesintisiz.)

Whole, bir zamanın, bir grubun, bir şeyin tamamı, bütünü, yüzde yüzü.
All, hepsi, tümü.

Not:
"the" her zaman "whole" sözcüğünden önce gelir. 'the whole' çoğul isimler için kullanılmaz. 'all' hem tekil hem çoğul isimler için kullanılabilen daha esnek bir seçenektir. 


11 Ekim 2017 Çarşamba

So - Neither / Aynı fikirde olmak anlamlarında kullanımı

"So" ve "neither" sözcüklerinin
Türkçe'de aynen, aynı fikirdeyim, bence de anlamlarındaki kullanımı. So olumlu cümlelerde , neither olumsuz cümlelerde.

- Mehmet didn't go to school. (Mehmet okula gitmedi)
- Neither did I. (Ben de)


- I was working when you call. (Aradığında çalışıyordum)
- So was I. (Ben de)


- I like music. (Müziği seviyorum)
- So do I. (Ben de)


- I won't work on Monday. (Pazartesi günü çalışmayacağım)
- Neither will I. (Ben de çalışmayacağım)


- Berna doesn't speak Russian and neither does Bülent. (Berna Rusça konuşamıyor ve Bülent de)


23 Eylül 2017 Cumartesi

May - Might farkı / Örnekler

May

1. Olasılık bildiren cümlelerde
- Have you seen my tammy? (Beremi gördün mü? -Bulamıyorum- )
- Do you think you may have dropped that in the car? (Onu arabada düşürmüş olabilir misin?)

- I think I may have broken my phone. (Telefonumu bozmuş olabilirim)


2. Bir soruyu daha nazik biçimde sorarken kullanılır. (Soru cümlelerinde can ve could modallarına göre cümleyi daha yumuşak ve nazik hale getirir.)

- May I have some time to think about it? (Bunu düşünmek için biraz zamanım var mı?)
- May I speak to Mr. Hüseyin? (Hüseyin Bey ile görüşebilir miyim? -telefonda- )



Might

1. Cümleye "may" gibi olasılık anlamı katar ancak, olasılık biraz daha zayıftır. Olma ihtimali daha az durumlar için.
- She might be coming to the my birthday party. (Doğum günü partime gelebilir -gelme ihtimali var-)

- Where are you going for your holiday? (Tatile nereye gidiyorsun?)
- I haven't decided yet. But I might go to Mersin. (Henüz karar vermedim ama Mersin'e gidebilirim)

- I don't feel well (Kendimi iyi hissetmiyorum)
- Do you think it might be something you have eaten? (Yediğin bir şey yüzünden olabilir mi?)


15 Eylül 2017 Cuma

"Believe" - "believe in" farkı

Believe, kelime anlamı inanmak, güvenmek.

Believe "in" edatını aldığında anlam biraz değişiyor.

Örnekler:

I believe you: Sana inanıyorum. Senin söylediklerinin (anlattığın olayın, hikayenin) doğru olduğuna, inanıyorum.
I believe in you: Sana inanıyorum. Senin bunu başaracağına inanıyorum. Senin bu potansiyelinin olduğunu biliyorum.

1 Haziran 2017 Perşembe

Wait - Await farkı, örnekler

Wait ve await fiilleri arasındaki en temel fark;
wait fiilinin kişiler ile birlikte, await fiilinin ise nesnelerle birlikte kullanılması.

Örnekler:

- I have been waiting for half an hour. (Yarım saattir bekliyorum). "I have been awating..." diyemeyiz.

- I'm awaiting the necessary documents. (Gerekli evrakları bekliyorum). Beklenen şey kişi değil nesne

- She is waiting for you. (Seni bekliyor). 

-She is awaiting your responce. (Cevabını bekliyor).


23 Mayıs 2017 Salı

"Have to" - "Supposed to" farkı

Her ikisi de ...have to...ve ...supposed to... yapmak gerekiyor, etmek gerekiyor, yapmalı, etmeli  anlamlarında ancak küçük bir fark var.

Have to 

Subject + have to + verb

You have to do your homework. (Ödevini yapman gerekiyor) 
Ödevi yapması gerekiyor, başka seçeneği yok.

We have to finish the project by April 30. (Projeyi Nisan'ın 30'una kadar bitirmemiz gerekiyor)
Projeyi bitirmeleri gerekiyor çünkü başka seçenekleri yok. Mutlaka bitirmeleri gerekiyor.

He has to go to work everyday. (Her gün işe gitmesi gerekiyor)



Supposed to

Subject + to be + supposed to + verb +

I'm supposed to call my mom. (Annemi aramam gerekiyor)
Annesini araması gerekiyor fakat aramasa da olur, tek seçeneği bu değil, arasa iyi olur.

I was supposed to talk to my boss but he had a meeting. (Patronumla konuşmam gerekiyordu ama toplantısı vardı)

They are supposed to leave on Saturday from the hotel. (Otelden Cumartesi günü ayrılmaları gerekiyor)
Ayrılmaları gerekiyor ama isterlerse bir gün daha kalabilirler. Bir zorunluluk yok.





1 Mayıs 2017 Pazartesi

a little / little farkı

a little biraz anlamında kullanılır. Sayılamayan (noncountable) isimler ile birlikte kullanılır. Cümleye olumlu, pozitif anlam katar.

little ise yine sayılamayan isimlerle kullanılır fakat cümleye olumsuz bir anlam katar. A little ve little arasındaki en bariz fark budur.

Örnekler:
- We have a little money. (Biraz paramız var) Cümle olumlu anlamda yani "We have a lot of money" şeklinde de söylenebilir.
- We have little money. (Az paramız var) Olumsuz bir anlam var. "We have not a lot of money" anlamında.

- My mother likes a little sugar in her coffee. (Annem kahvesini az şekerli sever) Cümle olumlu anlamda. 

- Unfortunately we have little data about these birds. (Maalesef bu kuşlar hakkında elimizde çok az veri var) Cümle olumsuz anlamda.

5 Nisan 2017 Çarşamba

"Because" / "Because of" farkı - kullanımı - örnekler

Because: Çünkü, yüzünden

Cümlede bağlaç olarak kullanılır. Because bağlacını bir özne (subject) ve fiil (verb) takip eder.
Because + subject + verb

Örnek Cümleler
- He couldn't call you because he was too busy. (Seni arayamadı çünkü çok meşguldü)
- They cancelled the open-air party because it was raining. (Açık hava partisini iptal ettiler çünkü yağmur yağıyordu.)
- I will be at home all the day because I'm sick. (Bütün gün evde olacağım çünkü hastayım)
- "If you are not sure you could love your children, please don’t have them, because they might grow up and kill us" John Waters (Sevebileceğinizden emin değilseniz lütfen çocuk yapmayın, çünkü büyür ve bizi öldürebilirler)
- We were hungry because We hadn't eaten all day. (Açtık, çünkü tüm gün yemek yememiştik)



Because of: Dolayı, nedeniyle, yüzünden
Cümlede edat konumundadırlar. "Because of" ifadesini bir isim veya isim tamlaması takip eder.
Because of  + noun / noun phrase

Örnek Cümleler
- I couldn't call you because of my boss. (Patronum yüzünden seni arayamadım)
- Because of the rain, they cancelled the party. (Yağmurdan dolayı partiyi iptal ettiler)
- I don't hear the phone ringing because of all the noise. (Gürültü yüzünden telefonun sesini -çalmasını- duyamıyorum)
- I slept three hours last night. I might suffer a little at the office because of that. (Dün gece 3 saat uyudum. Bu yüzden işyerinde biraz zorlanabilirim)
- She was late because of the traffic jam. (Trafik sıkışıklığı yüzünden geç kaldı)

3 Nisan 2017 Pazartesi

About - About to anlamları - Örnek cümleler

"About" ile "about to" ifadeleri birbirinden tamamen farklı anlamlara sahip.


About: Hakkında, yaklaşık, takriben, konusunda, aşağı yukarı

- It's about 18 kilometers to Ankara. (Ankara'ya yaklaşık 18 km uzaklıkta)

- My place is about ten minutes away from city center. (Evim şehir merkezinden yaklaşık 10 dakika uzaklıkta)

- I didn't know about that.
(Bilmiyordum - o konu hakkında bilgi sahibi değildim)

- This book is about the lives of dinosaurs. (Bu kitap dinozorların yaşamlarıyla ilgili)

- How about going to Chinese restaurant? (Çin Lokantasına gitmeye ne dersin?)

- It's about nine o'clock. (Saat yaklaşık 9)

- What are you thinking about? (Ne düşünüyorsun/Şu an neyi düşünüyorsun/Aklında ne var?)

- I'm thinking about getting them puzzle. (Onlara puzzle almayı -hediye etmeyi- düşünüyorum)




About to: ...üzere, -mak/-mek üzere (be + about to + verb)

- I can't watch the movie. I'm about to sleep. (Filmi izleyemem. Uyumak üzereyim)

- They are about to eat dinner. (Akşam yemeği yemek üzereler)

- I was about to finish the project. (Projeyi bitirmek üzereydim)

- I'm about to get on the bus. (Otobüse binmek üzereyim)

- She is about to take a shower. (Duşa girmek üzere)

- Candan Ercetin is about to relase a new single. (Candan Erçetin yeni bir singıl çıkarmak üzere)


22 Mart 2017 Çarşamba

During - While farkı (kullanımı - örnekler)

Esnasında, sırasında anlamlarında kullanılan iki sözcük; "during" ve "while" kullanımı
İki sözcük arasında kullanım bakımından çok basit bir fark vardır.
"During" sözcüğü bir isimden (noun) önce,
"while" sözcüğü ise bir fiilden (verb) önce kullanılır.

Örnekler:

during

-   During the slayt presentation please be quiet. (Slayt gösterisi sırasında lütfen sessiz olun),
-   I had rested a bit during the flight. (Uçuş esnasında -uçakta-  biraz dinlendim)
-   It's quite hard to accumulate during this recession time. (Bu ekonomik krizde birikim yapmak oldukça zor.)
-  I took a lot of photos during Istanbul visit. (İstanbul gezisinde epey fotoğraf çektim)

while

- While I was flying I had rested a bit. (Uçakta biraz dinlendim)
- My mother fell asleep while watching television. (Annem televizyon izlerken uyuyakalır)
- Kenan listened to music while doing his homework. (Kenan ödevini yaparken müzik dinledi)
- Not to use your phone while driving. (Araba sürerken telefonunuzu kullanmayın)

13 Mart 2017 Pazartesi

"Used to" kullanımı - örnekleri

Use: Fiil olarak kullanıldığında kullanmak, yararlanmak anlamlarına geliyor.
Used: Geçmiş zaman (düzenli fiil)

"Used to" ifadesi ise yukarıdaki anlamından tamamen farklı. Bir kaç farklı anlama gelecek şekilde kullanılıyor.

1- to be used to (alışılmış, normal- düzenli hale dönüşmüş olma durumu)
- I'm used to getting up early - Erken kalkmaya alışkınım
- She's not used to waiting this long- O bu kadar beklemeye alışkın değil.
- They are used to wet weather in Bolu - Onlar Bolu'da yağışlı havaya alışık - alışkınlar.

2- to get used to (adapte olmak yeni bir duruma alışmak)
You get used to it after some time - Bir süre sonra alışıyorsun.
I can't get used to the cold and long winter in Russia- Rusya'nın uzun ve soğuk kışlarına alışamadım.
My sister has just gone to mountaineering class. She found it hard at first, but now she is getting used to it. - Kızkardeşim dağcılık kursuna gitmeye başladı. Başlarda çok zorlandı ama şimdi alışıyor.

3- used to (geçmişte olan fakat şu an geçerli olmayan bir durumu anlatırken)
- I used to live in Antalya - Ben Antalya'da oturdum / yaşadım. (şu an Antalya'da yaşamıyorum)
- My grandmather used to smoke but then she had health problems and had to stop. - Büyükannem sigara içerdi ama sağlık problemleri başlayınca sigarayı bırakmak zorunda kalmıştı.

25 Ocak 2017 Çarşamba

İngilizcede bazı kısaltmalar

etc. (et cetera): Vs, vb. falan filan anlamlarında
e.g. (example): Örnek
RSVP (Please respond):  Aslında "répondez s'il vous plaît" şeklindeki Fransızca kaynaklı bir kısaltma. Türkçe'de LCV olarak kısaltılan ve genellikle davetlerde kullanılan "Lütfen Cevap Verin" kalıbı.
ASAP (As soon as Possible): Mümkün olduğunca kısa zamanda
ATTN (Attention): Genellikle posta ve faxlarda karşımıza çıkar. Postanın veya faxın muhatabı kişi, ilgili kişi anlamında. Örnek: ATTN: Ali Kaya
N/A (Not appliable): Kullanılamaz, kullanılabilir değil.
No (Number): Numara, sıra numarası
CEO (Chief Executive Officer): Şirket yöneticisi
PIN (Personal Identity Number): Kişisel kimlik-tanılama numarası
PR (Public Relation): Halkla ilişkiler. Türkiye'de daha çok "bir kişinin veya kurumun tanıtımını-reklamını yapma" anlamında kullanılmakta.
RIP (Rest in Peace): Vefat edenlerin ardından söylenen "huzur içinde uyusun" anlamındaki kısaltma
Mr. (Mister): Bay
Mrs. (Mistress): Bayan
Vip (Very Important Person): Çok önemli kişi
Ad (Advertisement): Reklam

İnternette/sosyal medyada kullanılan İngilizce kısaltmalar:

Thx: Thanks (teşekkürler)
Pls: Please (lütfen)
4: for (için)
4ever: forever (daima)
gr8: great (harika)
2day: today (bugün)
w8: wait (bekle)
l8: late (geç)
m8: mate (arkadaş, dost)
r: are
u: you
y: why
xlnt: excellant (mükemmel)