31 Mayıs 2022 Salı

Do you have veya Have you got

Have / Have got farkı
Has / Has got farkı

Sahiplik (possesive)

- We have a plan for tonight. (Bu gece için bir planımız var)

- We have got a plan for tonight. (Bu gece için bir planımız var)

- She has a problem. (Bir sorunu var)

- She has got a problem. (Bir sorunu var)

- My sister has not a smart-phone. (Kız kardeşimin bir akıllı telefonu yok)

- My sister has not got a smart-phone. (Kız kardeşimin bir akıllı telefonu yok)

- Do you have enough money? (Yeterli paran var mı?)

- Have you got enough money? (Yeterli paran var mı?)

Yukarıdaki örnek cümle çiftlerinin hepsi de doğru. Ancak, have got – has got şeklinde kullanım daha çok İngiltere'de (İngiliz İngilizcesinde) tercih edilir.

Geçmiş ve gelecek zamanda:

Have got / has got yalnızca 'Present Tense' ile kullanılır. 'Past Tense' ve 'Future Tense' ile ‘got’ kullanılmaz.

- I have an idea for a new project. (Yeni proje için bir fikrim var) Present Tense

- I have got an idea for a new project. (Yeni proje için bir fikrim var)

- I had no idea what he was talking about. (Neden bahsettiği  hakkında hiç bir fikrim yoktu.) Past Tense

I had got no idea… veya I had gotten no idea… YANLIŞ

- I will have a car tomorrow. (Yarın bir arabam olacak) Future Tense

I will have got… YANLIŞ

 

(have to… / has to… have got to… / has got to…) 
Bir zorunluluk veya önem söz konusu olduğunda 

- I have to explain what this image means. (Bu görselin ne anlama geldiğini açıklamam lazım)

- I have got to explain what this image means. (Bu görselin ne anlama geldiğini açıklamam lazım)

- She has to do her homework. (Ev ödevini yapması gerekiyor)

 - She has got to do her homework. (Ev ödevini yapması gerekiyor)


Have lunch, have breakfast, have dinner, have a shower gibi sürekli eylemlerde yalnızca ‘Have’ kullanılır (bütün İngilizcelerde):

- Yasemin wants to have breakfast with us. (Yasemin bizimle kahvaltı yapmak istiyor)

have got breakfast... YANLIŞ

- Where did you have dinner? (Akşam yemeğini nerede yedin?

- I have a shower before getting into a swimming pool. (Yüzme havuzuna girmeden önce duş alırım.)

 

26 Mayıs 2022 Perşembe

İngilizcede tahtaya vur

- I’m one of the few people left who hasn’t had covid. Knock on wood. (Covid virusune yakalanmayan ender insanlardan biriyim. Tahtaya vur.)

- Our daughter fells beter than yesterday. Hoping the worst has passed. Knock on wood. (Kızımız bugün dünden daha iyi hissediyor. En kötüsünün geçmiş olması dileğiyle tahtaya vur.)

- If there will be a cause in the future (knock on wood), I’d rather find solution than whine about it.
(Eğer ilerde bir sorun ortaya çıkarsa (aman tahtaya vuralım), sızlanmak yerine çözüm bulmayı tercih ederim.)

- What old supersititions do you belive? For example, do you knock on wood? (Hangi batıl inançlarınız var? Örneğin, tahtaya vurur musunuz?)

Knock on wood:

Türkçedeki tahtaya vurmak deyimin neredeyse aynısı. Nazar değmesin, umalım ki bir talihsizlik olmasın ve her şey yolunda gitsin…

24 Mayıs 2022 Salı

Excuse me - Sorry farkı

Sözlükte her ikisi de özür dileme, af dileme anlamına gelse de; biri, olay gerçekleşmeden önce özür belirtirken, diğeri olay meydana geldikten sonra özür dilerken kullanılır.

Excuse; fill (verb), sorry; sıfattır (adjective).

Excuse me

Bir rahatsızlık vermekten duyulan sıkıntıyı ifade eder. Karşıdaki kişinin işini bölmesine sebep olacak bir istekte bulunulacağı zaman veya bir şey sorulmadan hemen önce kullanılır.

- Excuse me sir, may I ask you someting? (Afedersiniz bayım, bir şey sorabilir miyim?)

- Excuse me Mr. Kaya. I don’t want to disturb you but there appears to be a problem with a client.
(Afedersiniz Sayın Kaya. Sizi rahatsız etmek istemiyorum ama bir müşteriyle ilgili bir sorun var gibi görünüyor.)

Birisinin dikkatini çekmek için bir seslenme ifadesi olarak. Örneğin lokantada garsona seslenirken.

- Excuse me! How much money this hat? (Af edersiniz! Bu şapkanın fiyatı nedir?

Konuşma esnasında karşıdakinin bahsettiği şeyden hoşlanmadığımızda veya tuhaf bulduğumuzda.

- We will also work next weekend. (Gelecek hafta sonu da çalışacağız)

- Excuse me!


Sorry

Bir hatamızdan veya sebep olduğumuz istenmeyen bir sonuçtan sonra özür dilerken.

- I'm sorry for the delayed response. (Geç yanıtladığım için özür dilerim)

Bir olay veya haber karşısında üzgün olduğumuzu belirtmek için.

- I’m sorry for your loss. My condolences to her family and friends. (Kaybın için üzgünüm. Ailesine ve arkadaşlarına başsağlığı diliyorum)

Bir şeyi yapamayacağımızı belirtirken, yani Hayır anlamında.

- I’m sorry. I cannot join to the meeting. (Özür dilerim toplantıya katılamayacağım)

Konuşma esnasında söyleneni tam olarak duymadığımızda veya anlamadığımızda (Can you repeat it? yerine)
- Sorry?  Soru tonlamasıyla birlikte.

Karşıdaki kişinin işini kesip bir şey söyleneceği veya bir şey isteneceği zaman 'Excuse me' yerine de kullanılabilir.
'Sorry' istenmeyen bir sonuçtan dolayı kullanılıyordu ancak bu durumda kişinin işini zaten bölmüş durumdayız.

- I’m sorry for interrupting but... (Böldüğüm için özür dilerim ama...)


 

21 Mayıs 2022 Cumartesi

İngilizcede peş peşe arka arkaya

- Anadolu Efes has won 5 games in a row. (Anadolu Efes art arda 5 maç kazandı)

- Oil prices have set new record highs for 8 days in a row. (Petrol fiyatları üst üste 8 gün boyunca fiyat rekoru kırdı)

- They should respect to me for eliminating this man three years in a row. (Bu adamı 3 yıl üst üste elediğim için bana saygı göstermeleri gerekir)

- Your new video was so funny. I watched it ten times in a row. (Yeni filmin çok eğlenceliydi. Peş peşe 10 kez seyrettim)

- We had three exams in a row today. (Bugün peş peşe 3 sınavımız vardı)

- She will become the first female artist to win the ‘song of the year award’ 4 years in a row.
 Yılın şarkısı ödülünü üst üste 4 kez kazanan ilk kadın sanatçı olacak.

- Our people will watch 50 tik toks in a row but won't listen to one Erkin Koray album!
(Halkımız arka arkaya 50 tik tok videosu izleyecek ama bir Erkin Koray albümü dinlemeyecek!)

In a row:

Peş peşe, arka arkaya, üst üste, art arda anlamlarında bir tekrar ifadesi.
(phrasal verb).

17 Mayıs 2022 Salı

Yer belirtirken at in on kullanımı

Bazı yer, mekan-adres, konum bildirimlerinde on, in ve at edatlarının kullanımları (prepositions)


At
Belirli bir noktadan, özel bir mekandan bahsederken.

- I’m at home. (Evdeyim)

- I’m at Esenboga Airport. (Esenboğa Havaalanındayım)

- We are at Merve’s house. (Mervelerdeyiz)

- They are staying at the Anayurt Hotel. (Anayurt otelinde kalıyorlar)

- She saw him at a party. (Onu bir partide görmüş)

- She attends parties only to sit at the corner and go through her phone.
(Partilere sadece köşede oturup telefonuna bakmak için katılır)

- I parked my car at the entrance. (Arabamı girişe park ettim.)

- I’m waiting for my mom at the doctor's office. (Doktorda annemi bekliyorum)


On
Genel bir alandan bahsederken... Bir sathın üstünde (yol, cadde, çatı, sahil)

- I’m working on Atatürk Avenue. (Atatürk Bulvarında çalışıyorum) Bulvar üzerinde bir yerde.

- Look out for Ahmet and Mehmet on the TV today. (Bugün televizyonda Ahmet ve Mehmet'e dikkat edin)

- He has been living on an island. (Bir adada yaşıyor)

- I live on the second floor. (İkinci katta oturuyorum)

- Go strait ahead. You will see a motel on the left. (Dümdüz devam edin. Solda bir motel göreceksiniz)

- Could you point to Turkey on a map? (Türkiye’yi bir haritada gösterebilir misin?)

- Everyone who works on the farm wears such hats. (Çiftlikte çalışan herkes böyle şapkalar giyer)

- We should add this on the list. (Bunu listeye eklemeliyiz)

- Click on the menu directly beside the floppy disk icon. (Disket simgesinin hemen yanındaki menüye tıklayın)

In
Daha geniş bir alan veya çevresi kapalı bir yer söz konusuysa…
Örneğin; Kıta, ülke, şehir gibi, sınırları olan kavramlarda ‘in’ kullanılır.

- Kids in the classroom for the first time. (Çocuklar ilk defa sınıftalar)

- I live in Ankara. (Ankara’da yaşıyorum)

- They live in the south of Turkey. (Türkiye’nin kuzeyinde yaşıyorlar) Yön belirtirken

- I did some work for a client in Poland. (Polonya’daki müşterim için bazı işler yaptım)

- Your bag is in the kitchen. (Çantan mutfakta)

- I saw the news about Ankara Castle in the newspaper. (Gazetede Ankara Kalesiyle ilgili bir haber gördüm)

- What did you see in the picture? (Resimde ne gördün?)

- I'm still waiting in a queue to pay. (Hâlâ bir kuyrukta ödeme için bekliyorum)  'in a line', 'in the row'

- They were in the garden this morning. (Bu sabah bahçedeydiler)

13 Mayıs 2022 Cuma

İngilizcede her yolu denemek

- My dad will go to any length to help me. (Babam bana yardım etmek için ne gerekiyorsa yapar)

- People who have nothing to lose will go to any length to destroy you. (Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar seni mahvetmek için her yolu denerler. 

- The cats will go to any length to get what they wants. (Kediler istediklerini elde etmenin bir yolunu bulurlar)

- Some people will go to any length for celebrity and money. (Bazı insanlar para ve ün için her şeyi yaparlar)

- They will go to any length to defend their corrupt ideas. (Yozlaşmış fikirlerini savunmak için her yolu deneyeceklerdir)

to go to any length:
Bir şeyi yapabilmek için her yolu denemek / bir yolunu bulmak / ne gerekiyorsa yapmak.

9 Mayıs 2022 Pazartesi

Go there / go to there

Belirli bir yöne hareket bildiren ifadelerde bulunan TO edatı hangi durumlarda kullanılmaz?

- She went to the mall last week. (Geçen hafta alışveriş merkezine gitti)

Yukarıdaki örnekte 'mall' bir isim (noun) olduğundan, öncesinde TO edatı geldi.

Ancak;

There, anywhere, nowhere, somewhere, outside, inside, abroad, upstairs, downstairs,
 underground, downtown
gibi yer bildiren zarflardan (adverbs) önce TO bulunmaz.


- I feel like my life is going nowhere. (Hayatımın hiç bir yere gitmediğini hissediyorum)

"…is going to nowhere."  ifadesi YANLIŞ olur.

- I’ve never stepped inside that store! (O dükkanın içine adımımı atmadım!)

- Do you want to travel abroad to study? (Çalışmak için yurtdışına gitmek istiyor musun?)

- The dog headed upstairs and to the Mete’s room. (Köpek üst kata ve Mete’nin odasına yöneldi.)

- You should go outside and touch some grass. (Dışarı çıkmalı ve biraz çimenlere dokunmalısın.)

- Are you going there? (Oraya mı gidiyorsun?)

- I love walking donwtown. (Şehir merkezine doğru yürümeyi seviyorum.)

- Tomorrow we will go somewhere else. (Yarın başka bir yere gideceğiz.)

6 Mayıs 2022 Cuma

İngilizcede Gün Gibi Ortada

- It’s clear as day that she has been waiting you to say something. (Sana bir şeyler söylemek için beklediği gün gibi ortada)

- You think he is so clever but it’s clear as day how hopeless he is. (Onun çok zeki olduğunu düşünüyorsun ama nasıl umutsuz olduğu gün gibi ortada)

- I didn’t want to meet with them. It was clear as day that they have the same opinions. (Onlarla buluşmak istemedim. Aynı görüşlere sahip oldukları gün gibi açık)

- Did they forgot how to play volleyball? We will lose the match! Clear as day. (Voleybol oynamayı mı unutmuşlar. Maçı kaybedeceğiz. Gün gibi ortada.

Clear as day: Gün gibi ortada, açık seçik anlamında İngilizce deyim.

1 Mayıs 2022 Pazar

if clause çeşitleri ve örnekler

If / Koşullu cümleleri iki bölümden oluşur: Koşul + Sonuç (main verb) 

If, 4 farklı biçimde koşullu cümlelerin içinde yer alır (if clauses).

Zero Conditional

Bilimsel gerçeklerden veya genel doğrulardan, neden/sonuç durumlarından söz ediliyorsa:

if + present simple / present simple

- If the whether is good, she runs around the lake. (Hava güzel olursa, gölün etrafında koşar)

- If you don’t water your plants, they die. (Bitkilerini sulamazsan, ölürler)


First Conditional

Bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda onun muhtemel sonuçlarından bahsederken:

if + present simple / will + infinitive

- If I go to the bazaar, I will get some apples. (Eğer pazara gidersem, biraz elma alırım) alacağım

- If she dosen’t hurry, she will miss the bus. (Acele etmezse, otobüsü kaçıracak)


Second Conditional

Şimdide veya gelecekte gerçekleşmesi pek mümkün olmayan veya varsayımsal durumları ifade ederken:

if + past simple / would + infinitive

- If I had more money, I would get a better camera. (Eğer fazla param olsaydı, daha iyi bir kamera alırdım) alırım

- If I were you, I would move to Ankara. (Yerinde olsaydım, Ankara’ya taşınırdım) Ama sen değilim


Third Conditional

Hayali bir durum söz konusudur. Geçmişteki gerçekleşmemiş durumlardan ve onların olası sonuçlarından bahsederken. Örneğin bir pişmanlık dile getiriliyorsa bu yapı kullanılır.

if + past perfect / would have + past participle

- If you had talked to me, I would have given you my car. (Benimle konuşsaydın, sana arabamı verirdim)