29 Eylül 2021 Çarşamba

Relative clause içinde who - whose kullanımı / farkları

Relative Clauses ile birlikte kullanılan ilgi zamirlerinden olan (relative pronoun) 'who' ve 'whose' arasındaki farklar / örnek cümleler.

Who

Bağıl cümlelerde (relative clauses) kişiler için kullanılır. Resmi olmayan günlük dilde 'who' yerine bazen 'that' sözcüğü de getirilebilir.

- I know the man who is working in the farm. (Çiftlikte çalışan adamı tanıyorum)

- Mete Gazoz who won olympic medal is 22 years old. (Olimpiyat madalyası kazanan Mete Gazoz 22 yaşındadır)

- This is a girl who is my friend. (Bu benim arkadaşım olan kız)



Whose:

Bağıl cümlelerde (relative clauses) sahiplik durumunu belirtmek için kullanılır. 'whose' sözcüğünü takiben mutlaka bir isim (noun) gelmelidir.

Örneklerde de görüldüğü gibi whose sözcüğünün sağındaki nesne, whose sözcüğünün solundaki kişiye aittir.

- A wonderful woman whose books changed my life. (Kitapları hayatımı değiştiren harika kadın)

- I have a colleauge whose computer is broken. (Bilgisayarı bozuk olan bir iş arkadaşım var)

- I talked someone whose cat has same name as me. (Kedisi benimle aynı isme sahip biriyle konuştum)

10 Eylül 2021 Cuma

İngilizcede like kullanımı

 1- Fiil olarak kullanımı 'to like'

hoşlanmak, beğenmek, sevmek anlamlarında

- I like playing basketball. (Basketbol oynamayı seviyorum)

- Do you like rock music? (Rock müziğinden hoşlanır mısın?)

- She dosen't like math. (Matematiği sevmiyor)


2- 'dilemek', 'arzu etmek', 'istemek' anlamlarında fiil olarak kullanım. Çoğunlukla nazik soru cümlesi olarak would + subject + like kalıbıyla karşımıza çıkar. 

- Would you like some sugar? (Biraz şeker ister miydiniz?)

- I would like to meet you. (Sizinle tanışmayı arzu ederim) 


3- 'gibi', 'örneğin' anlamalarında kullanımı:

'such as' ifadesine benzer bir karşılığı vardır.

- I can play many instrument, like piano. (Piyano gibi pek çok müzik aletini çalabiliyorum)

- Your vacuum cleaner so silent. I need something like that. (Süpürgeniz çok sessiz. Buna benzer bir şeye ihtiyacım var)

- Will we buy smart board like ones used in Singapore, China etc. (Singapur, Çin ve benzeri ülkelerde kullanılan akıllı tahtadan alacak mıyız?)


4- 'benzer', 'aynı' anlamlarında edat olarak kullanımı. 'be like' 

- It's like my mobil phone. (Benim telefonuma benziyor)

- You are like a real prince. (Gerçek bir prense benziyorsun)

- Are they twins? They are like each other. (Onlar ikiz mi? Birbirlerine benziyorlar)


5- 'like father, like son' - 'like mother, like daughter' deyimleri içinde kullanımı:

Türkçedeki 'babasının oğlu', 'anasının kızı' / 'anasına bak kızını al' deyimlerinin İngilizcedeki karşılığı olduğu söylenebilir.

- She just 14 years old and enjoy making cake. Like mother, like daughter! (Henüz 14 yaşında ve kek pişirmeyi seviyor. Annesinin kızı!) 

8 Eylül 2021 Çarşamba

Every time - all the time

every time - all the time farkı / örnek cümleler

Every time

Özel bir zamanda hep gerçekleşen fakat oluş sıklığı bilinmeyen şeylerden bahsederken 'hep', 'her zaman', 'zamanlarda' anlamlarına gelen every time kullanılır. Ayrı yazılır: everytime şeklindeki yazım yanlıştır.

- Every time we go to grandma, she makes cake. (Büyükanneye her gidişimizde bize kek yapar)

- I change my mind every time, I talk to him. (Onunla ne zaman konuşsam fikrim değişir) O hep fikrimi değiştirir.

- She calls her mom every time she get to home early. (Eve erkenden gittiğinde her zaman annesini arar)

- You were here every time I need your help. Thank you! (Yardımına ihtiyacım olduğu zamanlarda buradaydın. Teşekkür ederim)


All the time

Her zaman, daima veya genellikle gerçekleşen durumlardan veya olaylardan bahsederken kullanılır.

- Kızılay is crowded all the time. (Kızılay her zaman kalabalıktır)

- What do you do? You are busy all the time! (Ne iş yapıyorsun? Her zaman meşgulsün!)

- He is late all the time. You must warn him! (Hep geç kalıyor. Onu uyarmalısın!)

29 Ağustos 2021 Pazar

on / onto farkı / Örnek cümleler

 on

Preposition. Bir yerin üzerinde bulunma durumu (sabit). Bir nesnenin veya kişinin konumu belirtilirken, genelde isimden önce gelir.

- The bird is on the roof. (Kuş çatının üstünde) çatıya konmuş.

- My coins are on the carpet. (Bozuk paralarım halının üstünde)

- Your ID card is on the table. (Kimlik kartın masanın üzerinde)


onto 

Preposition. Bir nesne, başka bir nesnenin veya yüzeyin üzerine doğru hareket ediyorsa burada on yerine onto edatı kullanılır. 

Genellikle jump, throw, put, push gibi hareket bildiren fiilleri takiben kullanılır.

- The bird is flying onto the roof. (Kuş çatının üzerine uçuyor) Oraya konacak.

- I threw my coins onto the carpet. (Bozuk paralarımı halının üzerine fırlattım) 

- Please put your ID card onto the table. (Lütfen kimlik kartını masanın üzerine bırak)

in / in to / into farkı / Örnek cümleler

11 Ağustos 2021 Çarşamba

İngilizcede s takısı

İngilizcede ‘s takısının kullanımları:

‘s takısı İngilizcede 3 farklı şekilde karşımıza çıkıyor.

1. Sahiplik eki olarak (possesive)

2. is yardımcı fiilinin kısaltması olarak

3. has yardımcı fiilinin kısaltması olarak.



Sahiplik (Possesive)

Tekil öznelerde (sonu s ile bitmeyenlerde) ‘s şeklinde kullanılır.

- Meltem’s dog is so cute. (Meltem'in kedisi çok tatlı)

- The girl’s bag is brown. (Kızların çantaları kahverengi)

Çoğul öznelerde (sonu s ile bitenlerde) sadece kesme (‘) işareti kullanılır.

- The girls’ bags are brown. (Kızın çantası kahverengi)


İki veya daha fazla özne varsa ve bir ortak durumdan bahsediliyorsa sadece ikinci özne ('s) takısı alır.

- Mehmet and Zehra’s car is broken. (Mehmet ve Zehra'nın arabası arızalı)


İki veya daha fazla özne varsa ve farklı birer durumlarından bahsediliyorsa her iki özne de ('s) takısı alır.

- Mehmet’s and Zehra’s hobbies are different. (Mehmet ve Zehra'nın hobileri farklıdır)


s ile biten isimlerde aşağıdaki kullanımların her ikisi de görülür 

- Melis’s hat is nice. (Melis'in şapkası çok hoş)

- Melis’ hat is nice.  (Melis'in şapkası çok hoş)


is yardımcı fiili olarak

- It's a rainy day. (Yağmurlu bir gün)

- He’s sleeping. (O uyuyor)

- He is sleeping. (O uyuyor)

Has yardımcı fiili olarak

Present perfect tense ve continious perfect tense cümlelerde karşımıza çıkar.

- He’s eaten the cake. (Keki yedi)

- He has eaten the cake.
(Keki yedi)

27 Temmuz 2021 Salı

My own - on my own farkı

My own

Kendi, bizzat anlamlarımda.

My own, your own, his own, her own, its own, their own.

- She always make her own meals. (Yemeklerini her zaman kendi yapar)

- I trust my own mind. (Kendi aklıma güvenirim)

- You must learn how to use your own skills. (Kendi becerilerini nasıl kullanacağını öğrenmelisin)


On my own


Yalnız, tek başına anlamlarında.

On my own, on your own, on his own, on her own, on its own, on their own. 

- I like spending time on my own. (Tek başına vakit geçirmeyi severim)

- Baby dove is ready to fly off on her own. (Bebek güvercin kendi başına uçmaya hazır)

- I will teach you how to stand on your own when no one else has your back. (Arkanda kimse yokken tek başına ayakta kalmayı öğreteceğim)


By myself, by yourself, by himself ifadeleri de tam olarak aynı anlamdadır.


- I go out to eat by myself all the time. (Her zaman tek başıma yemeğe çıkarım)

- I go out to eat on my own all the time. (Her zaman tek başıma yemeğe çıkarım)

29 Haziran 2021 Salı

Let- Allow farkı

 İki fiil de 'izin vermek' ile ilişkilidir. Ancak kullanımları farklılık gösterebilir.
allow daha çok dolaylı anlatımda (passice),
let ise doğrudan anlatımda (active) tercih edilir.

- I let they use the house. (Evi kullanmalarına izin verdim)

- They allowed to use the house. (Evi kullanmak için izinliler)


Allow bu pasif yapıda kullanılırken cümle: subject + to be + allowed biçimindedir. Ve takip eden fiil mastar (infinitive) halinde olmalıdır.
Let fiilini takip eden fiil yalın haldedir.


- You are allowed to smoke in the garden. (Bahçede sigara içmek için izinlisin) Bahçede içebilirsin.

- He let us smoke in the garden. (Bahçede sigara içmemize izin veriyor.)


Allow genellikle daha resmi (formal) ifadelerde, let daha az resmi ifadelerde (informal) karşımıza çıkar.

18 Haziran 2021 Cuma

Used to / Would kullanımı ve farkı

Used to / Would

Geçmişteki bir durumdan-alışkanlıklardan, geçmişte rutin olarak yaptığımız ama artık yapmadıklarımızdan bahsederken kullanılıyor.
Bu iki sözcüğü de fiilin yalın hali takip eder (bare infinitives).


- I used to eat hamburger everyday. (Her gün hamburger yerdim)

- I would eat hamburger everyday. (Her gün hamburger yerdim)


Aksiyon-hareket belirten eski bir alışkanlıktan bahsediyorsak 'Would' ve 'Used to' ifadelerinin ikisini de kullanabiliriz.

Ancak, durum belirten eski bir alışkanlıktan bahsediliyorsa (stative verbs) yalnızca 'Used to' kullanılıyor.


- He would wake up early. (Erken kalkardı) Aksiyon

- He used to wake up early). (Erken kalkardı) Aksiyon

- He used to play tenis every weekend. (Her haftasonu tenis oynardı) Aksiyon

- He would play tenis every weekend. (Her haftasonu tenis oynardı) Aksiyon

- I used to be fatter. (Eskiden daha şişmandım) Durum

- I would be fatter. YANLIŞ

- We used to be excited on Fridays. (Bir zamanlar Cuma günleri heyecanlı olurduk) Durum

- We would be excited… YANLIŞ


Would, olumsuz ve soru formunda değişmez.

Used to, olumsuz ve soru formunda did - didn’t ile kullanılır. Sondaki d harfi düşer, use to olur.



- Would you play table tennis? (Masa tenisi oynar mıydın?)

- Wouldn’t you play table tennis? (Masa tenisi oynamaz mıydın?)

- I wouldn’t play table tenis. (Masa tenisi oynamazdım)


- Did she use to wake up early? (Erken kalkar mıydı?)

- She didn’t use to wake up early. (Erken kalkmazdı)


10 Haziran 2021 Perşembe

Put ile yapılan öbek fiiller - phrasal verbs

'Put' içeren bazı 'öbek fiiller' (phrasal verbs) ve örnek cümleler:

Put up
(bir kaç farklı anlamı var)

İnşa etmek, yığmak, dikmek.

- We have to put up a house in 5 days.
(5 gün içinde bir ev inşa etmemiz gerekiyor)

Misafir etmek, konaklamak

- They will put me up for a week until I find somewhere to stay.
(Kalmak için bir yer bulana kadar beni misafir edecekler)

Bir şey için veya bir şeye karşı mücadele ortaya koymak

- Did you put a fight up to save our lakes.
(Göllerimizi korumak için bir mücadele ortaya koydunuz mu?)


Put up with

Tahammül etmek, katlanmak

- He’s put up with me for 13 years. (13 yıldır bana tahammül ediyor)

- I have to put up with this noise every night. (Her gece bu gürültüye katlanmak zorundayım)

Put on

Üzerine bir şeyler almak, takmak (elbise, takı, makyaj)

- It’s cold. You should put on your jacket! (Hava soğuk. Üzerine ceketini almalısın)

- I had breakfast with family and even put on makeup today. (Bugün ailemle kahvaltı ettimi hatta makyaj yaptım)


Put off

Ertelemek, ötelemek

- I've put off buying this camera for years, but finally got it. (Bu kamerayı almayı yıllarca erteledim, ama sonnda aldım)



Put together

Toplamak, bir araya getirmek.

- We've put together common journalism problems and provided solutions. (Gazetecilik mesleğinin sorunlarını bir araya topladık ve çözümler sunduk)



Put away

Ortadan kaldırmak, uzağa koymak.

- You should fold clothes before to put away. (Kaldırmadan önce elbiseleri katlasan iyi olur)

- The exam begins. Please put away your phones. (Sınav başlıyor. Lütfen telefonlarınızı kaldırım)


Put back

Yerine koymak, eski yerine koymak.

- When you're done with the books put it back on the bookshelf. (Kitaplarla işiniz bittiğinde tekrar  kitaplıktaki yerine koyun)

2 Haziran 2021 Çarşamba

Sheeple nedir?

İngilizcede son yıllarda kullanıma giren yeni bir (informal) sözcük: Sheeple

Ne demektir?

Sheep (koyun) ve people (insan) sözcüklerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış.

Sheeple kelimesinin anlamı; diğer insanların yaptıklarından, kalabalığın tercihlerinden kolayca etkilenen, uysal insan.

- I wonder how many sheeple bought these toys? (Bu oyuncaklardan kaç kişinin -koyunun-  aldığını merak ediyorum)

- She is one of those sheeple who is following the latest fashion. (O son modayı takip eden şu insanlardan -koyunlardan- biridir)