28 Aralık 2018 Cuma

Compound adjectives örnek cümleler

Compound adjectives nedir?
Bir birleşik sıfat (compound adjective) iki veya daha fazla sözcükten oluşan bir sıfattır.
Genelde bu iki veya daha fazla sözcük, arasına tire (-) konularak tek bir sıfat haline dönüştürülür.
Birleşik sıfatlar; isim+sıfat, isim+fiil(past participle), isim+fiil(present), sıfat+isim, sıfat+fiil(PP), zarf+fiil(PP) şeklinde olabilir.

I saw a man-eating alligator on tv. (Televizyonda adam yiyen bir timsah gördüm)
Burada timsah tanımlanıyor. İnsan yeme özelliği olan bir timsahtan bahsediliyor. - Nasıl bir timsah? - İnsan yiyen bir timsah..

I saw a man eating alligator on tv.
(Televizyondan timsah yiyen bir adam gördüm)
Tire konulmadığında bu cümleden timsah yiyen bir adamdan bahsedildiği, yani ilk cümledeki durumun tam tersi bir durum anlaşılıyor.


Compound adjective örnek cümleler:
- She lives in a Turkish-speaking country. (O, Türkçe konuşulan bir ülkede yaşıyor)

- Kemal Sunal is a well-known Turkish actor. (Kemal Sunal çok tanınan bir Türk aktördür)

- It’s a five-day tour. (Üç günlük bir gezi) Bileşik sıfat çoğul olduğunda sonuna ‘s’ konulmaz.

- My doughter is reading a 500-page book. (Kızım beşyüz sayfalık bir kitap okuyor)

- It was a four-hour flight. (Dört saatlik bir uçuştu)
Bu cümle “The tour is five days long.” şeklinde de söylenebilirdi. Ancak bileşik fiil kullanmak ifadeye daha akademik bir hava katar. Üst seviye İngilizce bilgisinin olduğunun göstergesidir.
- Mr.Orhan stated doesn't block anyone on Twitter because he’s open-minded. (Orhan Bey açık görüşlü biri olduğundan, Twitter’de kimseyi engellemediğini belirtti)

- I have excuse. I’m hot-headed. (Mazeretim var, asabiyim ben.)

- We will start using wind-powered generators next year. (Gelecek yıl rüzgar enerjili jeneratörler kullanmaya başlayacağız.)

- This is a smoke-free facility. Thank you for not smoking. (Burası sigara içilmeyen (sigarasız) bir tesistir. Sigara içmediğiniz için teşekkür ederiz.)

- Sebahat made her fortune the old-fashioned way. She inherited it. (Sebahat servetini eski moda yöntemle edindi. Miras kaldı.)

- He barely raises his voice. He is very soft-spoken usually. (Nadiren sesini yükseltir. Genellikle çok yumuşak konuşan biridir.)

- Are you left-handed? (Solak mısınız?)

20 Aralık 2018 Perşembe

How many times - How much time

"How many times" ve "How much time" kullanımı, farkları ve örnek cümleler.

How many times:
How many time.
İşlem sayısını veya eylemin tekrarlanma sayısını öğrenmek için sorulan soru.

- How many times did you take a shower today? (Bugün kaç kez duş aldın?)
- How many times have you been to Ankara? (Ankara'da kaç kez bulundun?)
- How many times have we gone down this road? (Bu yoldan kaç kez gittik?)

How much time:
How much times
Süre, toplam süre, yapılan işin zaman olarak miktarı. Daha günlük dilde aynı anlamlara gelen "how long" kalıbı da kullanılır.

How much time does it take to write the report? (Raporu yazmak ne kadar sürer? - Rapor ne kadar sürede yazılır?)
- How much time does it take to go on Google and search them up? (Google'a girmek ve onları aramak ne kadar zaman alır?)
- How much time have you waited in line? Ne kadar zamandır sırada bekliyorsun?
- How long have you waited in line here? (Ne kadar zamandır sırada bekliyorsun?)

12 Aralık 2018 Çarşamba

in / in to / into farkı / Örnek cümleler

 "in" ve "to" hangi durumlarda ayrı yazılmalı, hangi durumda bitişik yazılmaldır?

in

İçinde, içeri, –da, -de anlamlarına gelen bir edat (preposition) olarak kullanılır.

- Kadri has gone for a walk in the forest. (Kadri ormana yürüyüşe gitti)
- Your doll was in the kitchen. (Oyuncak bebeğin mutfaktaydı)
- Have you read my latest article in Milliyet? (Milliyet gazetesindeki son makalemi okudun mu?)
- I was burn in 1988. (1988 yılında doğdum)


Bir ‘phrasal verb’ ögesi olarak kullanıldığında ilgili ifadeye çok daha farklı anlamlar yükler.

- My grandmother has departed this world and onto the next step in her journey. (Büyükannem bu dünyadan ayrıldı ve yolculuğunun bir sonraki adımına geçti.) phrasal verb



into 

1-
Hareket, taşıma, yürüme, kayma fiili içeren cümlelerde kullanılır.
Aynı anlamları taşıyan bir 'phrasal verb’in parçası olabilir.
Yön ve adres ifade edilirken kullanılır.
- Kadri  walked into the forest. (Kadri  ormana doğru yürüdü) Ormana giriş yapıyor.
- Kadri has gone for a walk in the forest. (Kadri  ormana yürüyüşe gitti) Şu an ormanda.
- The plane flew into Mersin  an hour late. (Uçak Mersin’e 1 saat geç uçtu)
- If you run into a wall, don't turn around and give up. Figure out how to climb it, go through it. (Eğer bir engelle karşılaşırsan vazgeçip geri dönme. Onu nasıl aşabileceğini çözmeye çalış.) run into bir phrasal verb. Umulmadık bir şeyle karşılaşmak anlamında kullanılmış.
- I dropped my keys into the pool! (Anahtarlarımı havuza düşürdüm)
- I’m heading into the city centre to buy a few new year’s presents. (Birkaç yılbaşı hediyesi almak için şehir merkezine doğru gidiyorm-yola çıktım-)
- I go out into the streets hoping to make one good photograph. A.Olmos
 (İyi bir fotoğraf çekmeyi umarak sokağa çıkarım.)

2- Bir durum değişikliğini ifade ederken. Bir nesne veya durum X iken Y haline dönüştü.
- Children divided the cake into five pieces. (Çocuklar pastayı beşe böldüler)

3- Bir şeyle çok ilgili olmak, coşkuyla ve hevesle yapmak, onun çok içinde olmayı ifade ederken.
- Ozan is really into football. (Ozan geçekten futbolla çok ilgili –futbolun içinde-)
- I’m into photography and jazz music. (Fotoğrafçılık ve caz ile ilgileniyorum-seviyorum)
- What kind of are you into? (Ne tür müzik dinlersin?)


in to

Teleffuzda pek fark olmasa da yazımda ayrı veya bitişik yazıma dikkat edilmelidir. 

İpucu: Eğer ‘to’ bir ‘infinitive verb’ ögesi veya bir edat (preposition) ise ‘in’den ayrı yazılır.
'In' bir ‘phrasal verb’ ögesi ise 'to'dan ayrı yazılır.

- Radio NTV is the station tune in to listen to the latest and breaking news and weather updates. (NTV Radyo güncel haber ve hava durumunu dinlemek için ayarlanan bir  radyo istasyonudur.) Tune in phrasal verb,  to listen infinitive verb

- I have to log in to the school portal to register for classes. (Dersleri kaydetmek için okul portalına giriş yapmam gerekiyor) Log in phrasal verb, to ise  preposition (edat) olarak kullanılmış.

- We will come in to have a cup of tea. (Bir bardak çay içmeye geleceğiz)



26 Kasım 2018 Pazartesi

Also - as well farkı / örnek cümleler

Ayrıca, ... de, ... da, ilaveten, yanı sıra anlamlarına gelen 'also' ve 'as well' kullanımları ve farkları:

'Also' daha çok yazım dilinde tercih edilir. Teklifsiz konuşmada, günlük dilde daha az yaygındır. Cümlelerin başında veya ortasında bulunabilir, yani vurgulanmak istenen ifadenin hemen öncesinde.

- I work very hard but I also go to the folklore every week. (Çok sıkı çalışıyorum ama aynı zamanda hafta sonları halk oyunlarına da katılırım.)
- She‘s also the most energetic teacher in the school. (O aynı zamanda okuldaki en faal öğretmendir)


'As well' özellikle konuşma dilinde tercih edilir. Cümlenin başında bulunmaz, genede cümle sonundadır. İngiliz İngilizcesinde daha yaygın kullanılır.

- Ahmet's brother will be joining us as well. (Ahmet'in kardeşi de bize katılacak)
- Coach taken full responsibility of its failure as well. (Antrenör başarısızlığın tüm sorumluluğunu da üzerine aldı)

16 Kasım 2018 Cuma

"If you could" yapısı ve örnek cümleler

If you could...

1- Varsayım cümlelerinde kullanılır. 
Bu kalıpla bir soru sorulduğunda "eğer yapabiliyor olsaydınız...", "mümkün olsaydı..."

- If you could go anywhere in Africa, where would you go? (Afrika'nın herhangi bir yerine gidebilseydin neresine giderdin?)

- If you could change body, what do you want to do? (Vücudunu değiştirebilsen, ne yapmak isterdin)

- If you could travel back in time, where and when would you go? (Eğer zamanda yolculuk yapabilseydin, nereye ve ne zaman giderdin?)

Şartlı (conditional sentence) ifade olduğundan, ilk cümlecik ile ikinci cümlecik yer değiştirebilir ancak araya virgül konmaz.

- Where and when would you go if you could travel back in time?


2- Rica cümlelerinde. Bu yapı kullanıldığında istek daha kibarcadır.

- It would be great if you could finish this report by Friday. (Bu raporu cuma gününe kadar bitirebilirsen harika olur)

If you could close the window, I would really appreciate it. (Pencereyi kapatabilirsen gerçekten çok memnun olurdum)

Would have / Could have / Should have / kullanımı - örnekler

12 Kasım 2018 Pazartesi

Less - Fever farkı / örnek cümleler

More sıfatının tam tersi olan bu iki sözcük de "daha az" anlamına gelmesine rağmen her cümlede birbirlerinin yerine kullanılmaz.

Fewer, sayılabilen (countable) isimlerle birlikte, less sayılamayan (uncountable) isimlerle birlikte kullanılır.

Örnekler:

Fewer:
- Fahrettin got 350 fewer votes than Sefer. (Fahrettin Sefer'den 350 oy daha az aldı)
- In hundred words or fewer, write a story about Ankara. (Ankara'yı 100 veya daha az sözcükle anlatan bir hikaye yazın)
· There are fewer people at the meeting than I expected. (Toplantıda umduğumdan daha az insan var.)

Less:
- I make less money than my wife. (Karımdan daha az para kazanıyorum)
- According to the research, we are less optimistic than our parents. (Bir araştırmaya göre ebeveynlerimizden daha az iyimseriz.)
- There is less privacy today because of Instagram, facebook, etc.. (Günümüzde Instagram, Facebook vb yüzünden daha az mahremiyetimiz var)

6 Kasım 2018 Salı

Problem - issue farkı

Problem:
Sorun, mesele. Daha genel. Her durumda kullanılabilir.

- We have a big problem. (Büyük bir problemimiz var) 

 - There was a problem with the printer this morning.
(Bu sabah yazıcıyla ilgili bir sorun vardı)

Issue:
Sorun, mesele anlamında olmasına rağmen daha az olumsuz anlamdadır. Siyasette, iş dünyasında ve sağlık sektöründe tercih edilir. “Issue” daha diplomatik bir dil kullanılırken tercih edilir.

- Mental illness is a real issue that needs to be solved.
(Ruh sağlığı çözülmesi gereken gerçek bir sorundur)

- I've never had an issue with my body and weight. (Vücudumla ve kilomla ilgili hiç sorumum olmamıştı)

- Sarkık Tırık, director general of XYZD Foundation, said the fundamental issue was consumption.
(XYZD Vakfı başkanı Sarkık Tırık, temel sorunun tüketim olduğunu söyledi)


"Issue" sözcüğünün diğer anlamları / kullanımları:

Konu başlığı, madde, husus anlamlarında kullanılır. 
- The issue of this week: Geometry. (Bu haftaki konumuz: Geometri)
- This has been the best article that I've read about this issue.
(Bu konu hakkında okuduğum en iyi makale bu)

Dergi ve gazete yayımcılığında sayı, baskı anlamlarında kullanılır.
- December issue (Aralık sayısı)


2 Kasım 2018 Cuma

İngilizcede yağmurla ilgili ifadeler.


What is the weather like? (Hava nasıl?) Burada what yerine how kullanılmaz.

Is it still raining out? (Hala yağmur yağıyor mu?)

It’s raining. (Yağmur yağıyor)

It’s drizzling. (Çiseliyor)

It’s spitting. (Atıştırıyor) Yağmurun yağdığı çok az hissediliyor anlamında.

It’s pouring. (Dökülüyor) Bardaktan boşanırcasına yağıyor anlamında.

It’s going to rain. (Yağmur yağacak) Gelecek zamanlı hava durumu cümlelerinde yalnızca “going to” kullanılır, “will” kullanılmaz.

It’s going to be a wet and windy day (Yağmurlu ve rüzgarlı bir gün olacak) Islak anlamındaki wet bazen yağmurlu anlamında kullanılır.

It’s been raining non-stop for two days. (İki gündür aralıksız yağıyor)

I was caught in a downpour. (Yağmura yakalandım). Downpour: Beklenmeyen, ani yağmur.

We were out in the rain for hours. Our clothes are soaking! (Saatlerce yağmurda kaldık, elbiselerimiz sırılsıklam oldu)

31 Ekim 2018 Çarşamba

Komik çeviri hataları

"Business machine can get out" tam olarak "İş makinası çıkabilir" anlamına gelmiyor.
 Doğrusu belki şu olabilirdi. 

26 Ekim 2018 Cuma

Between - Among farkı / Örnek cümleler

Between ve Among kabaca "arasında" anlamındadır ancak kullanım yerleri farklıdır.

Between 2 nesne, kişi ya da durum arasını ifade ederken,
Among 3 veya daha fazla nesne ya da kişi arasını ifade ederken. Yani bir topluluk arasından bahsidilirken.

Örnekler:

- There are a little differences between Turkish and Azerbaijanese. (Azerice ve Türkçe arasında çok az fark vardır)

- The money was split between Semra and Sinem.
(Para Semra ve Sinem arasında bölüşüldü)

- I'm going to let you in on a little secret. Now be sure not to tell anyone. This is just between you and me. (Sana küçük bir sır vereceğim. Kimseye söylemediğime emin olabilirsin. Sadece seninle benim aramda) Burada “me” yerine “I” kullanılamaz.

- We have a liar among us. (Aramızda bir yalancı var)

- A child is playing among trees. (Bir çocuk ağaçların arasında oynuyor)

- Among the boks, I found an old banknote. (Kitapların arasında eski bir para buldum)


Between diğer kullanımlar:

Konum veya özel bir noktadan bahsederken between kullanılır.

- Turkey is located between Iran, Suriye, Bulgaria, Greece, Azerbaijan and Georgia. (Türkiye İran, Suriye, Bulgaristan, Yunanistan, Azerbaycan ve Gürcistan ülkeleri arasındadır- arasında konumlanmıştır..

Farklardan bahsederken (differences) between kullanılır.

- What are the differences between ethnicity, nationality and folk? (Irk, millet ve halk arasında ne farklar vardır?)

Kişisel tercihlerden, ilişkilerden bahsedilirken between kullanılır.
- I have to choose between Hacettepe, Bilkent or Gazi University for educition. (Yüksek öğrenim için Hacette, Bilkent ya fa Gazi Üniversitesinden birini seçmem gerekiyor)


Among diğer kullanımlar:


Bir kitle veya grup arasında, arasından bahsedilirken, onlardan biri anlamında.

- I have to choose among universities in Turkey. (Türkiye’den bir Üniversite seçmem gerekiyor)
- The tips were distributed among the workers. (Bahşişler çalışanlar arasında dağıtıldı, paylaşıldı.)
- Among the first to admit was my brother. (İlk itiraf edenler arasında kardeşim de vardı)



17 Ekim 2018 Çarşamba

Would kullanımları / örnek cümleler


Would yardımcı fiilinin (modal) ingilizcedeki tüm kullanımları.

Nazikçe istekte bulunurken, ya da bir teklifi kabul ederken.
 I would like to drink some wine. (Biraz şarap içmek isterim –içebilirim-)
 I’d like some dessert, please? (Biraz tatlı alabilirim)

Teklif sorularını daha nazik şekilde sormak için.
Would you like a piece of cake? (Bir parça kek ister miydin?)
Would yo like someting to eat? (Bir şeyler yemek ister miydin- ister misin?)
Would you like to have lunch with me? (Öğle yemeğine beraber çıkmak ister misin?)
Would you like to come to Mogan Lake tomorrow? (Yarın Mogan Gölüne gelir miydin?)

Soru cümlelerinde would.
What would you like to do now? (Şimdi ne yapmak -istersin- isterdin?)
 Where would you like to go today? (Bugün nereye gitmek istersin?)
How would Selin react? (Selin nasıl tepki verirdi?)
Who would win in a game of golf? Rıdvan Dilmen or Metin Tekin? (Bir golf oyununda kim kazanırdı? Rılvan Dilmen mi, Metin mi?)
When would these people wake up? (Bu insanlar ne zaman -uyanacak-uyanırlar?) Gözleri açılacak anlamında.

Hayali veya varsayıma dayalı bir durumdan bahseden şartlı cümlelerde.
If I won the lottery , I would buy a big house. (Eğer piyangoyu kazansaydım büyük bir ev alırdım.)
 If I were you, I would  look for another job. (Senin yerinde olsam başka bir işe bakardım)
If I had a million liras, I would give some of it to TEMA. (Eğer milyon liralarım olsaydı birazını TEMA Vakfına verirdim)

Geçmişteki bir olayla ilgili yorum yaparken, bir pişmanlığı dile getirirken. Would + have + V3 kalıbında kullanılır.
 If you had studied harder, you would have passed the exam. (Eğer daha sıkı çalışsaydın sınavı geçerdin)
If I had arrived on time, I wouldn’t  gotten fired. (Eğer zamanında  varabilseydim, işten kovulmazdım)
Kerem would have gone shopping, but he forgot his wallet. (Kerem alışverişe gidecekti fakat cündanını unuttu)
It would have been nice to meet her.  (Onunla tanışmak hoş olurdu -olacaktı-)

Geçmişte yapılan düzenli  (tekrarlayan) bir eylemden bahsedilirken.
 At one time my daddy would polish his shoes every day. (Zamanında  babam ayakkabılarını her gün  parlatırdı)
 Every year we would go to Didim for holiday. (Her yıl tatil için Didim’e giderdik)

Tercihlerimizden  ve önceliklerimizden bahsederken. Rather veya sooner ile birlikte kullanılır.
I would rather drink tea than coffee in the mornings (Sabahları çay içmeyi kahve içmeye tercih ederim)
Would you rather have 2 close friends or 2,000 facebook friends? (2 yakın arkadaş mı, 2bin facebook arkadaşı mı tercih ederdiniz?
I would rather be alone than have a relationship with a talkative. (Yalnız başına olmayı geveze bir arkadaşımın olmasına tercih ederim)

Önceden  planlanan  veya niyetlenilen eylemleri ifade ederken.
We said we would come. (Geleceğimizi söylemiştik)
She said she would clean the garden. But it's still messy.  (Bahçeyi temizleyeceğini söylemişti ama bahçe hâlâ dağınık durumda)
I said I would repair the cabinets but I forgot. (Dolapları tamir edeceğimi söylemiştim ama unuttum)

Should kullanımı - örnek cümleler

,
Would have / Could have / Should have / kullanımı - örnekler

8 Ekim 2018 Pazartesi

Grow - Grow up farkı / Örnek cümleler

“I grew up in hotels. Obviously, you know, because my parents are actors. So, I was always on location and we were always in hotels.” Dakota Johnson
(Otellerde büyüdüm. Biliyorsun, çünkü annem ve babam aktör. Hep film setlerindeydim ve her zaman otellerdeydik.)

Grow: Büyümek, uzamak, yetişmek, büyütmek.  Bitki, saç, sakal, boy uzamasından, büyümesinden, şehirlerin büyüyüp gelişmesinden bahsederken grow kullanılır.
Grow up: Büyümek, yetişmek. İnsanların çocukluktan yetişkinliğe geçişinden bahsederken grow up kullanılır. Grow up bulunan cümlelerde nesne bulunmaz. 


- I will learn how to grow my own beans. (Kendi fasulyemi nasıl yetiştirebileceğimi öğreneceğim)
- My son grew seven centimeters this year. (Oğlum bu yıl yedi santimetre uzadı-büyüdü)
- The ivy grew in the garden. (Bahçedeki sarmaşık büyüdü.)
- Duru is 10 months old today. She has grown two teeth. (Duru 10 aylık oldu. İki dişi çıktı-büyüdü)
- When my daughter grows up, she wants to be a lawyer. (Kızım büyüğünde bir avukat olmak istiyor.)
- I grew up in Ankara but I live in İzmir. (Ankara'da büyüdüm, şu an İzmir'de yaşıyorum.) Çocukluğu Ankara'da geçmiş.
- We have grown up listening to stories of  Dede Korkut. (Biz Dede Korkut hikayeleri dinleyerek büyüdük.)

Fiil çekimi: Grow - grew - grown.

5 Ekim 2018 Cuma

So - Such farkı / Örnek cümleler

Bu iki sözcük sıfat, zarf veya isimleri vurgulamak için kullanıldığında:

So sıfat (adjective) ve zarf (adverb) ile birlikte kullanılmalıdır.
Such isimler (noun) ile birlikte kullanılmaldır.

Örnekler:

- He look so tired. (Çok yorgun görünüyor) tired sıfat 
- Mehmet ran so quickly. (Mehmet çok çabuk koştu) quickly zarf
- Çorum is such a beautiful city. (Çorum ne kadar güzel bir şehir) beautiful city isim
- Zeynep speaks so slowly. (Zeynep çok yavaşça konuşur)
- That bazaar is so expensive. (O pazar çok pahalı)
- It's such an expensive bazaar. (Ne pahalı bir pazar)

- It was such a nice day. (Çok güzel bir gündü)
- This day was so nice. (Gün çok güzeldi)

- She so fat. (Çok şişman kadın)
- She is such a fat woman. ("Ne şişman kadın" veya "Ne kadar da şişman bir kadın")

- They are so generous. (Çok cömertler)
- They are such generous people. (Ne cömert insanlar)

- It's been so long since we last met. (Son görüşmemizden beri uzun zaman geçti)
- It's been such a long time since we last met. (Son görüşmemizden beri ne uzun zaman geçti)


27 Eylül 2018 Perşembe

House - home farkı

Home, yaşadığımız yerdir. Bu bir apartman dairesi de olabilir, bir villa da olabilir, çadır olabilir. Evimiz.
- I'm home. (Evdeyim)
- Home sweet home (Evim evim güzel evim)


House, bir yapıyı işaret eder. Bir yapı türüdür. Genellikle bir ya da iki katlı müstakil binalar için kullanılır.
- What is the price of this house? (Bu evin fiyatı nedir?)


"On the house" genellikle kafe veya lokantalarda kullanılan bir deyim. Bedava yiyecek veya içecekleri belirtirken kullanılır.
- How much is this?
- It's on the house. (O ücretsiz- müessesemizden-)

24 Eylül 2018 Pazartesi

Which witch?

- Süpürgenizi çalan hangisiydi? ("Süpürgenizi cadı 1 çaldı?" anlıyor)
- Hayır, cadı ikiydi.

Telaffuzları birbirine çok yakın olan which (hangi) ve witch (cadı) kelimeleri kullanılmış :)

13 Eylül 2018 Perşembe

"All the way" ifadesinin anlamları

"All the way" ifedesi bir kaç farklı anlama geliyor.

1. Tamamen, yüzde yüz.

- I support all the way. (Seni tamamen destekliyorum. Sana katılılıyorum)
- God is with you all the way. (Tanrı -hep-tamamen seninle)
- We're with you all the way. (Tamamen sizinleyiz, size katılıyoruz)

2. Birlikte yatmak, sex yapmak.
-They went all the way. (Onlar yattılar)

6 Eylül 2018 Perşembe

Say - Tell - Speak - Talk farkı - Örnek cümleler

Say - Tell

Say ve tell fiilleri "söylemek" şeklinde tercüme edilebilir. Ancak kullanımlarında farklılıklar vardır.

Say genel konuşmaları, ortaya yapılan konuşmaları, radyodan, televizyondan söylenenleri veya bir toplantıda söylenenleri vb. ifade etmek için kullanılır. Reported speech cümlelerde daha çok tercih edilir. Bir kişiye veya topluluğa karşı söylendiğinde "say" fiilinden sonra mutlaka "to" gelmelidir.

Örnek cümleler:
- Ayten says she doesn’t like meatball. (Ayten köfte sevmediğini söylüyor) Kime söylediği açık değil.
- The speaker on the radio said that Ankara would be cold tomorrow. (Radyodaki muhabir yarın Ankara'nın soğuk olabileceğini  söyledi)
- Ataturk said that culture is the foundation of the Turkish Republic. (Atatürk diyor ki Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür) Ünlü kişilerin sözleri aktarılırken.
- She said to me she wasn't going to office today. (Bugün bana işe gitmeyeceğini söyledi) Direkt birine söylediği için "to" kullanıldı.
- What did the boss say to you when you lated? (Geç kaldığında patron ne dedi?) Yine birisine söyleniyor.
- I said that the interview was great. (Görüşmenin çok iyi geçtiğini söyledim) Söylenen kişi belirsiz.
- Sorry. What did you say? (Afedersiniz, ne demiştiniz?) Karşıdakinin sözünü duymadığınızda ya da anlamadığınızda tekrar etmesini isterken genellikle "say" kullanılır.


Tell direkt olarak bir kişiye ya da topluluğa karşı söylenenleri ifade ederken kullanılır. Bu yüzden fiilden önce veya sonra mutlaka özne bulunur.

Örnek cümleler:
- Tell me about the your work experiences and skills. (Bana iş deneyimlerinizi ve becerilerinizi söyleyin -anlatın-)
- You should tell her what you plans for future. (Ona gelecekteki planlarının ne olduğunu söylemelisin)
- Tell me when we will get together? (Söyle bakalım ne zaman bir araya geleceğiz? - buluşacağız-)
- She didn't tell me. (Bana söylemedi)
- You could have told me first. (Önce bana söyleyebilirdin) Told fiilinden sonra "to" kullanılmadı.
- Gülay told me dinner was at 7 o'clock. (Gülay akşam yemeğinin saat 7'de olduğunu söyledi -bana-)

I say to you. (Doğru)
I tell you. (Doğru)
I say you. (Yanlış)
I tell to you. (Yanlış)

Geçmiş zaman çekimleri:
Say - said -said
Tell - told -told


Speak - Talk

Speak ve talk fiilerinin ikisi de konuşmak anlamına geliyor. Speak daha genel ve resmi konuşmalarda, talk ise günlük daha az resmi ve günlük kullanıma uygun. Genelde "about" ile birlikte kullanılır. Bir dilin ( Çince, Rusça, Fransızca vs.) konuşulması ile ilgili cümlelerde ise mutlaka speak kullanılmalı.

Örnek cümleler:
- Can you speak Spanish? (İspanyolca konuşabiliyor musun?) "Can you talk Spanish" denemez.
- Kenan speaks four languages. (Kenan 4 dil biliyor -konuşuyor-)
- Can I speak with you? (Seninle konuşabilir miyim?) Çok resmi ve konunun çok önemli olduğu anlaşılabilir.
- Ege is going to speak in front of 300 people at the presentation. (Ege sunumda 300 kişi önünde konuşacak)
- Can I talk with you? (Konuşabilir miyiz?) Daha çok tercih edilen kullanım.
- We need to talk about our relationship. (İlişkimiz hakkında konuşmamız gerekiyor.
- I talked your teacher yesterday. (Öğretmeninle dün konuştum)
- I have talked to my family about my decision to be an organ donor. (Organ bağışçısı olma kararımla ilgili ailemle konuştum)

Geçmiş zaman çekimleri:
Speak - spoke - spoken
Talk - talked - talked


31 Ağustos 2018 Cuma

Should kullanımları / örnek cümleler

İngilizcede "should" modalının kullanımı.

1- Tavsiyede bulunurken veya tavsiye isterken.

- Mete should talk her. (Mete onunla konuşmalı)

 - They should not argue so much.
(Daha fazla tartışmamalılar)

 - You should come to Turkey more often.
(Türkiye'ye daha sık gelmelisin)

 - He should apologize his teacher.
(Öğretmeninden özür dilemeli)

 - What should I get my wife for her birthday.
(Karımın doğum günü için ne almalıyım? hediye olarak


2- Geçmişle ilgili pişmanlıklardan bahsederken veya geçmişteki bir işle ilgili akıl verirken.
Bu durumda cümle should + have + past participle (verb) şeklinde kurulmalı.


- They should have listened to their parents. (Anne-babalarını dinlemeliydiler)

 - You should have asked me first. (Önce bana sormalıydın)

 - I should have told you earlier. (Sana bunu daha önce söylemeliydim)

 - Authorities should have warned us about the road construction. (Yetkililer yol çalışmasıyla ilgili bizi uyarmalıydı)


3- Beklenti içeren cümleler kurarken.

 - She should be here by now. (Şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu)
- I should be there in 20 minutes. (20 dakikada orada olurum-olmalıyım) Öyle umuyor.


4- Daha az garantili konuşmalarda, temkinli veya kaçamak cevaplar verirken.

 - It should be fixed in 3 hours. (3 saat içinde hallolmuş olur) Kesin değil.

 - It shouldn't be a problem. (Bir sorun olmaması lazım) Hizmet sektörü böyle temkinli konuşmayı tercih eder.

 - They should have it done by tomorrow. (Yarına kadar yaparlar) Öyle sanıyorum.


27 Ağustos 2018 Pazartesi

"Come" ile phrasal verbs - örnek cümleler

Come up (with): Bir şeyle (fikir, proje vb.) ortaya çıkmak.
- Mehmet and Özkan have come up with an elaborate story. (Mehmet ve Özkan ayrıntılı bir hikaye ile ortaya çıktılar.)

- She came up the money. (Parayla çıka geldi)

- We live in a competitive world and we should come up with the new plans.(Rekabetçi bir dünyada yaşıyoruz ve yeni fikirlerle ortaya çıkmamız gerekiyor)

Come around: Aynı noktaya (fikre) gelmek. Günlük kullanımda "uğramak" anlamına da gelir.
- They might not agree with us now but they'll come around eventually. (Şu an bizimle aynı fikirde olmayabilirler ama yavaş yavaş bizim dediğimize gelecekler.)

- Don’t come around only when you need something. (Yalnızca bir şeye ihtiyacın olduğu zamanlarda uğrama)

Come on: Hadi, hareketlen (acele et)

Come over: Ziyaret etmek, uğramak.
- Come over and pick cherries and apples in the garden. (Uğrayın, bahçeden vişne, elma koparın)

Come apart: Dağılmak, ayrılmak, parçalanmak
- Yesterday they came apart so easily at the football match. (Dünkü maçta çok kolay dağıldılar)

- I bought a pair of shoes at the local market recently. But it's already starting to come apart! (Pazardan yakınlarda bir çift ayakkabı aldım. Şimdiden parçalanmaya başladı (dikişleri ayrılmaya başladı))

3 Ağustos 2018 Cuma

Set up - Örnek Cümleler

Set up  phrasal verb ile ilgili örnek cümleler.
Ayarlamak, kurmak, birleştirmek, inşa etmek gibi anlamları var.

- I need a portable ladder can be set up in only seconds.
(Saniyeler içinde kurulabilen bir portatif merdivene ihtiyacım var)

- I have a little shy two friends. I will try to set them up on a blind date.
(Biraz utangaç iki arkadaşım var. Onlar için bir buluşma ayarlamayı deneyeceğim.)

- Turkey has set up 15 refugee camps to house the more than 130000 Syrian refugees.
Türkiye 130 binden fazla Suriyeli mülteciyi barındıran 15 mülteci kampı kurmuştur.

23 Haziran 2018 Cumartesi

Wish - Hope farkı / Örnek cümleler

Wish kabaca keşke anlamına hope ise ummak,beklemek (fiil) anlamına geliyor.

Wish daha çok gerçekleşmesi zor durumlarla ilgili dilekte bulunurken ve geçmişle ilgili pişmanlıkları vurgularken kullanılıyor.

Örnek cümleler:

- I wish I had studied harder. (past perfect)
Keşke daha sıkı çalışsaydım.

- I wish we had bought a different camera. (past perfect)
Keşke farklı bir kamera alsaydık

- I wish I had baked the cookies earlier (past perfect)
Keşke kurabiyeleri daha erken pişirseydim.

- Zehra wishes she could travel back in time to see the dinosaurs.
Zehra dinozorları görmek için zamanda yolculuk yapabilmeyi ister-düşler.

- I wish I had more time (past tense)
Keşde daha çok zamanım olsa. (Cümle past tense olmasına rağmen geniş zamanlı bir anlamı var.)

- I wish I were taller. (past tense) Bu kalıpta was yerine genellikle were kullanılıyor.
Keşke daha uzun boylu olsaydım

- I wish people would be kinder to him. (future tense)
Keşke insanlar ona karşı daha nazik olsalar. (gelecek zaman kipi kullanılmasına rağmen geniş zaman anlamı var)

- I wish you would stop playing that computer game (future tense)
Şu bilgisayar oyununu oynamayı kessen. (Yine bir memnuniyetsizlik, bir istek var)

- I wish it would rain
Keşke yağmur yağsa


"Hope"  umut etmek, ummak, dilemek anlamlarında ve gerçekleşmesi muhtemel durumlar için kullanılıyor.

Örnek cümleler:

- I hope she did not miss her train (past tense)
Umarım trenini kaçırmamıştır.

- I hope they are enjoying the trip (present tense)
Umarım yolculukları eğlenceli geçiyordur

- I hope you'll come again next year. (future tense)
 Gelecek yıl yine gelirsin umarım

- I hope to speak to your boss about this issue.
Umarım patronunla bu konuyu konuşursun 

- I hope you find the love
Umarım aşkı bulursun- tadarsın.



19 Haziran 2018 Salı

İngilizce'de argo kelimeler / Aşağılama amaçlı

İngilizce "slang" denen sokak dili ya da argoda aşağılamak, dalga geçmek için kullanılan bazı kelimeler.

loser:      Umutsuz vaka, acıklı durumda olan.
loner:      Yalnız kişi, arkadaşı olmayan.
try hard: Çok çalışan, özellikle öğrenciler için kullanılan Türkçe'deki "inek" karşılığı.
minger:   Çirkin, suratsız
weirdo:   Tuhaf kişi
div:          Aptal
soap dodger: Yıkanmayan kişi, pis
go to hell:       Cehennemin dibine git.
.
.
.

11 Haziran 2018 Pazartesi

Lie / lay farkı - Örnek cümleler

Lie & Lay


Çoğu zaman birbiri yerine kullanılan, sık karıştırılan iki fiil.
Öyleki anadili İngilizce olanların bile bazen bu kelimeleri yanlış kullandığını şu mizahi twitten anlayabiliyoruz. "Bir İngilizce öğretmeninin mezar taşı"

Lie
Uzanmak, yatmak
Lie - lay - lain (İngilizce'nin tuhaflıklarından: lie fiilinin geçmiş zaman hali lay)

Lay
Bırakmak, koymak, sermek
Lay - laid - laid

Lie geçişsiz,
lay geçişli* fiildir.

*Geçişli fiil: Ne, neyi, kimi soruları sorulduğunda yanıt alınan fiillerdir. Yani nesne alabilen fiiller.
Geçişsiz fiiller nesne almazlar.

"Lie" ile örnek cümleler:
- My cat lies in front of the sofa. (Kedim kanepenin önünde yatar)
- We need to get blood sample. Can you please lie down here gradually? (Kan örneği almamız lazım. Buraya yavaşça uzanır mısınız?)
- You look sick. You should lie in a bad. (Hasta görünüyorsun. Bir yatağa uzanmalısın)
- Zeynep lay in her bad. (Zeynep yatağına uzandı) Geçmiş zaman.
- I have lain under the stars. (Yıldızların altına uzandım - yatıyorum-)

"Lay" ile örnek cümleler.
- Please lay the pencil on the table. (Lütfen kalemi masaya bırak)
- Kaya laid his books on the floor. (Kaya kitaplarını yere bıraktı)
- I have laid the keys under the doormat. (Anahtarları paspasın altına bıraktım)
Geçişli fiil olduğundan kendisinden sonra hep bir nesne geliyor.



6 Haziran 2018 Çarşamba

İngilizcede Avucunun içi gibi bilmek

Örnek cümleler:

- Meltem knows Ankara like the back of her hand. (Meltem Ankara'yı avucunun içi gibi bilir)

We know the lyrics to that march like the back of our hand. (O marşın sözlerini ezbere biliriz)

- He knows this area like the back oh his hand. (Bu bölgeyi avucunun içi gibi -çok iyi- bilir)

- I used to know the pathways like the back of my hand. (Patika yolları avucumun içi gibi bilirdim)


İngilizce'de 'avucunun içi gibi bilmek' deyimin karşılığı: 

"Know something like the back of your hand"

Birebir çevrildiğinde "Bir şeyi elinin tersi / arkası gibi bilmek" anlamına gelse de Türkçedeki "Avucunun içi gibi bilmek" deyimine karşılık geliyor. Aynı zamanda çok iyi bilmek, ezbere bilmek anlamlarında da kullanılıyor.


31 Mayıs 2018 Perşembe

"Very" kullanmadan ingilizce cümleler kurmak


Sıfatları tanımlarken kullanılan "very" zarfı bir konuşma veya metin içinde sık kullanıldığında kulağa-göze monoton gelebilir. Alternatif sıfatlar kullanarak daha zengin ve akıcı cümleler kurulabilir.


Very cold --------------> freezing (Dondurucu, buz gibi)
- I can’t fall asleep unless my room is freezing. (Odam buz gibi olmadan uykuya dalamıyorum)

Very hot --------------> scalding (Kaynamış, haşlanmış, çok sıcak - genelde yiyecek,içecekler için kullanılır)
- I love when the tea is scalding. (Çayı kaynamış olduğunda seviyorum)

Very hot --------------> scorching (Çok sıcak, kavurucu - genelde hava durumundan bahsederken)
- We will hit to road on a scorching July day. (Yakıcı bir temmuz günü yola çıkacağız.)

Very good ----------> superb veya phenomenal (Harika, muhteşem, çok iyi) 
- This picture is superb. (Bu fotoğraf muhteşem)

Very poor ------------> destitute (Çok yoksul, sokakta yaşayan, evsiz anlamına yakın)
- I live in a destitute part of Istanbul. (İstanbul'un çok yoksul bir yerinde -mahallesinde-yaşıyorum) 

Very tired -------------> exhausted (Çok yorgun, bitkin, bitmiş)
- I cannot come with you. I'm exhausted. (Sizinle gelemem. Çok yorgunum)

Very short -------------> brief (Çok kısa, öz, özet)
- A brief history of our world. (Dünyamızın kısa bir tarihi)

Very slow --------------> sluggish (Çok yavaş, ağırkanlı)
- My web browser sluggish on my tablet computer. (Tabletimdeki internet tarayıcı çok yavaş) 

Very hungry ------------> ravenous (Çok aç, açgözlü, yırtıcı)
-"They come to you in sheep's clothing, but inwardly they are ravenous wolves" (Onlar koyun postuna bürünmüş olarak gelirler, ama içlerinde aç kurtlar vardır)

Very rich ---------------> wealthy (Çok zengin, varlıklı)
- The media serves the interests of the wealthy and powerful. (Medya zengin ve güçlülerin çıkarlarına hizmet ediyor)

Very worried ----------> anxious (Endişeli, mutsuz)
- I was anxious up until exam day. (Sınav gününe kadar endişeli olurdum)










5 Nisan 2018 Perşembe

With - by kullanımı (farkı)

"With" ve "by" edatları "yoluyla, aracılığıyla, vasıtasıyla" anlamlarına da geliyor. Basitçe anlatımla yükleme sorulan nasıl (how) sorusuna verilen yanıtta bulunurlar. "By" ve "with" benzer anlamlara gelmelerine karşın farklı cümle yapılarında kullanılıyorlar.

By

- I turn on the TV by pushing the on button. (Televizyonu açma tuşunu kullanarak açarım)
- My mother made the cake by adding sugar and salt. (Annem pastayı şeker ve tuz ekleyerek yaptı)
- Kerem learn Spanish by watching Youtube. (Kerem İspanyolcayı Yotube izleyerek öğreniyor)
- You could know Indian by looking at the traditional costume. (Hintlileri geleneksel kıyafetlerinden tanıyabilirsin -kıyafetlerine bakarak-)

"by" edatından sonra bir fill gelir. Ve fiil -ing takısı alır.

- I will contact you by WhatsApp. (Seninle Watsaptan iletişime geçerim)
- Ceren came by train. (Ceren trenle geldi.)
- Doğa gets to school by subway. (Doğa okula metro ile gider)

"by" edatı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi taşımacılık, yolculuk, iletişim ile ilgili cümlelerde de kullanılır.

With

- Sezer cleaned the windows with a newspaper. (Sezer pencereleri bir gazete ile sildi-temizledi)
- I usually eat fish with my fingers. (Balığı genellikle ellerimle yerim)
- My grandfather read the book with his glasses. (Dedem kitabını gözlüğüyle okur)

With edatından sonra genellikle bir isim geliyor.


Benzer konular:

Until - by kullanımı (farkı)






29 Mart 2018 Perşembe

Amerikan ve İngiliz ingilizcesi farkları



İngiliz İngilizcesi Amerikan İngilizcesi
our / or ile biten sözcükler
Behaviour Behavior
Colour Color
Labour Labor
Rumour Rumor
Honour Honor
Neighbour Neighbor
...re / ...er
Litre Liter
Centre Center
Theatre Theater
Fibre Fiber
...ise / ...ize
Authorise Authorize
Naturalise  Naturalize 
Criticise Criticize
Organise Organize
Polarise Polarize
…ce / ….se
Licence License
Defence Defense
Pretence Pretense
Bazı irregular fiillerin "Past Participle" hali  
Learnt Learned
Burn Burned
Dreamt Dreamed
Spill Spilled
Spell Spelled
"L" sesi ile biten filler
Travelled Traveled
Fuelled Fueled
Diğer sözcükler
Tyre Tire

6 Mart 2018 Salı

Under / Below farkı - Örnekler

Kelime anlamı olarak her iki sözcük de "altında", "aşağısında", "altta" gibi anlamlara gelse de eşanlamlı sözcükler sayılmaz ve cümlede çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılmaz.

Bazı istisnalar vardır ve örneğin şu gibi bir durumda her ikisi de kullanılabilir.
- Your brush was below the sink. (Fırçan lavabonun aşağısındaydı) Aşağısında bir yerlerde
- Your brush was under the sink. (Fırçan lavabonun altındaydı.) Fırça lavabonun altındaki bir çekmecede ya da kutuda.


Under:

Bir eşyanın, bir yüzeyin, bir kapağın altı,
Bir şartın veya sistemin altındaki durumlar,
Yaş, insan sayısı vs. belirtilirken under kullanılabilir.

Örnekler:
- She is under 30. (O, 30 yaş altıdır)
- There are under 10 people at the meeting. (Toplantıda 10'dan az insan var)
- He took out a book and read it under the tree. (Çantasından bir kitap çıkardı ve ağacın altında okudu)
- I have been waiting at home under a blanket all day. (Bütün gün evde bir battaniye altında beklemekteyim) 
- We cannot work under these circumstances. (Bu şartlar altında çalışamayız)
- Keys are under the doormat. (Anahtarlar paspasın altında)


Below:

Aşağısında ve altında derken daha çok bir seviyenin, derecenin altındaki durumlar kastedilir.

Örnekler:
-The temperature is below 21 degrees. (Sıcaklık 21 derecenin altında)
- Lut Lake at 442 meter below sea level. (Lut Gölü deniz seviyesinin 442 metre altındadır)
- Please RT the tweet below. (Lütfen aşağıdaki twiti RT ediniz)
- For hotel reservations fill out the form below. (Otel rezervasyonları için aşağıdaki formu doldurun) Bu örnekteki formun internet sitesi üzerinde olduğu anlaşılıyor.

2 Mart 2018 Cuma

Who / Whom farkı - Örnek cümleler

Relative Clauses (bağıl cümlelerde) who ve whom zamirlerinin kullanımı:

Who cümledeki eylemi gerçekleştiren kişiyi belirtirken, whom ise cümledeki eylemden etkilenen kişiyi belirtirken kullanılır.

Who

Örnekler:

- Ahmet is someone who loves cats. (Ahmet kedileri seven biridir) Bu cümlede sevme-hoşlanma eylemini gerçekleştiren kişi Ahmet'tir.

-There will always be people who hate your works and also love your works. (Her zaman işlerini beğenen ve nefret eden insanlar olacaktır)

- I have a friend who works for Fuji Film. (Fuji Film firmasında çalışan bir arkadaşım var.) Yine bu cümlede de çalışma eylemini gerçekleştiren kişi arkadaşım. 

-Thanks to everybody who came here. (Buraya gelen herkese teşekkür ederim) Who zamiri gelmek fiilini gerçekleştiren herkesi belirtiyor.

- There is a girl who is waiting for you. (Seni bekleyen bir kız var) Bekleme eylemini yapan kişi bir kız.


Whom

Örnekler:

- Ataturk is someone whom most people admire. (Atatürk çoğu kişinin hayranlık duyduğu biridir)
Bu cümlede hayranlık duyma fiilini gerçekleştiren değil, bu fiilden etkilenen kişi Atatürk olduğu için whom kullanıldı.

- Do you know someone whom I can talk about photography. (Fotoğrafçılık hakkında konuşabileceğim birini tanıyor musun?)

- The legendary Müslüm Gürses whom we sadly lost 5 years ago today. (Efsanevi sanatçı Müslüm Gürses'i ne yazık ki 5 yıl önce bugün kaybettik-ölüm yıldönümü-) Gürses'i kaybeden biziz.

-That's the guy whom Necla married. (O, Neclan'ın evlendiği adam) Evlenme fiilini gerçekleştiren Necla, etkilenen ise adam. Adamı belirtirken bu yüzden whom kullanıldı.

İpucu: Cümlede who zamirinden sonra genelde bir fiil gelir. Yani who zamirinin tanımladığı kişinin yaptığı fiil. Whom zamirinden sonra ise kişi ya da kişiler. Whom zamirinin etkilendiği fiili yapan kişi ya da kişiler.


Whom ayrıca "quantifiers" yani nicelik-miktar belirtilen bağıl cümlelerde de kullanılır.

Örnekler:
- There are many foreign workers in our company, three of whom are Turk just like me. (Şirketimizde benim gibi 3 tanesi Türk olan pek çok yabancı işçi çalışıyor)

- There were 30 people at the party, 12 of whom I know. (Partide 12 tanesini tanıdığım toplam 30 kişi vardı)

- Let's give booklet to guests whom will visit our stand at the fair. (Fuarda standımızı ziyaret edecek olan ziyaretçilere tanıtım kitapçığımızı verelim)

He has two million followers on twitter, at least half of whom are clearly fake. (Twitter'de en az yarısı sahte olan 2 milyon takipçisi var.)

Relative clause içinde who - whose kullanımı / farkları


21 Ocak 2018 Pazar

İngilizcede ay isimleri nereden geliyor?

January: Bu ay ismini "Kapıların Tanrısı" da denen ve bir yüzü sağa ve bir yüzü sola bakan Roma tanrısı Janus'tan alıyor. Yılın ilk ayı olmasından dolayı hem geçmişe hem geleceğe dönük bir konumda olduğu düşünülerek bu isim verilmiş olabilir.

February: Kesin olmamakla birlikte Latincede bağışlanma, arınma anlamına gelen "Februare" kelimesinden geldiği düşünülüyor. Roma İmparatorluğu zamanında bu ayda bağışlanma-arınma temalı bir festival düzenleniyormuş.

March: Yine eski Roma'nın savaş tanrısı Mars'tan adını aldığı düşünülüyor. İlk Roma takviminde 10 ay vardı ve yılın ilk ayı Mart'tı. 304 günlük bu takvimin yanlış olduğu anlaşılınca sonradan Ocak ve Şubat ayları ekleniyor.

April: Bu ay, bahar çiçeklerinin açmasını temsil ettiğinden Latince'de açmak anlamına gelen aperire kelimesinden türeyen Aprilis'ten geldiği düşünülüyor. Eski takvime göre yılın ikinci ayı.

May: Bu ay ismini Merkür'ün annesi Tanrıça Maia'dan alıyor. Eski takvimde yılın üçüncü ayı.

June: Haziran ayı ismini Jübiter'in karısı Juno isimli tanrıçadan alıyor. Eski takvimden yılın dördüncü ayı.

July: 12 aylı takvim ünlü Roma kralı Julius Caesar zamanında yapıldığından, Latince beşinci anlamına gelen "Quintilis" değiştirilerek bu ayda doğan kralın anısına July ismini alıyor.

August: Temmuz ayı gibi bu ay da ismini bir Roma kralından alıyor. Eski takvimde altıncı anlamına gelen "Sextilis" değiştirilerek Augustus Caesar'ın ismini alıyor.

September: Bu ay ismini, eski takvimde yedinci ay olduğundan Latincede yedinci anlamına gelen "Septem" kelimesinden alıyor.

October: Yine Latince'de sekizinci anlamına gelen "Octo" kelimesi Kasım ayına ismini vermiş.

November: Kökeni Latince dokuzuncu anlamındaki "Novem" sözcüğü.

December: Kökeni Latince onuncu anlamındaki "Decem" kelimesi.



1 Ocak 2018 Pazartesi

Source: My dream

To all my academic friends: I dare you to use that footnot! (Tüm akademik arkadaşlarıma: Şu dipnotu kullanın bakalım!)
- This was once revealeted to me in a dream. (Bu bana bir zamanlar rüyamda gösterildi)