7 Nisan 2019 Pazar

Very – too farkı

Birbirlerinin yerine kullanıldığında ve cümle Türkçeye çevrildiğinde ikisi de ‘çok’ sözcüğüyle ifade ediliyor ancak verilmek istenen mesaj biraz farklılaşıyor. Şöyleki: 

Olumsuz
anlamda bir ifade içinde kullanıldıklarında iki sözcük de ‘çok’ anlamına geliyor olmasına rağmen, cümleye birebir aynı anlamı katmıyorlar. "Too" cümleye daha olumsuz bir izlenim verir.

very
Aşırı, çok, fazla anlamlarına geliyor ve yönetilebilir veya kabul edilebilir durumlarda tercih edilmeli.

too 
Yine aşırı, çok, fazla anlamlarında ve yönetilemez veya kabul edilemez sınırlarda bulunan durumlarda tercih edilmeli.

Örnekler:

- This apple is vey sour but I like it. (Elma çok ekşi ama seviyorum bunu)

- This apple is too sour. I can’t eat it. (Bu elma çok ekşi. Bunu yiyemem)


- We are very tired but let’s go out anyway. (Çok yorgunuz ama hadi bir yerlere gidelim)

- We are too tired, let’s sleep. (Çok yorgunuz, uyuyalım)


- It’s very expensive. (Çok pahalı)

- It’s too expensive. (Çok pahalı) Fiyat çok pahalı olduğundan satın alamayacağınızı anlatırken 'too' kullanmak daha doğru.

28 Mart 2019 Perşembe

İngilizcede gömülü sorular - Embedded Questions

Daha resmi (formal) ve daha nazik formda sorular için (Indirect questions). Birine, hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız bir konuyu sorarken... Yapıları biraz farklıdır.

To be fiilinde embedded questions.

Do you know? (Biliyor musun?)
Where is the tailor? (Terzi nerede?)

İki soru birleşince yapı biraz değişir. To be fiilinin yeri değişip sona gelir.

- Do you know where the tailor is? (Terzinin nerede olduğunu biliyor musun?)


May I know? (Öğrenebilir miyim?)
Who was the caller? (Arayan kimdi?)

- May I know who the caller was? (Arayanın kim olduğunu öğrenebilir miyim?)

I don’t know. (Bilmiyorum.)
How old is Yeliz? (Yeliz kaç yaşında?)

- I don’t know how old Yeliz is. (Yeliz’in kaç yaşında olduğunu bilmiyorum)

- Could you tell me how much the computer is? (Bana bilgisayarın ne kadar olduğunu söyleyebilir misin?)

- Do you remember how big Siberia is? (Sibirya’nın ne kadar büyük olduğunu hatırlıyor musun?)

Simple tense ile embedded questions kullanımı:

İkinci kısımdaki fiilin çekiminin değiştiğine dikkat edilmeli.

Do you know? (Biliyor musun?)
Where does she live? (Nerede yaşıyor?)

- Do you know where she lives? (Nerede yaşadığını biliyor musun?)


Would you know? (Biliyor muydun?)
How long do cats sleep? (Kediler ne kadar uyur?)

- Would you know how long cats sleep? (Kedilerin ne kadar uyuduğunu biliyor muydun?

Past tense ile embedded questions kullanımı: 

İkinci kısımdaki fiilin çekiminin değiştiğine dikkat edilmeli.

I don’t know. (Bilmiyorum)
Why did they go out? (Neden dışarı çıktılar?)

- I don’t know why they went out. (Neden dışarı çıktıklarını bilmiyorum)


Can you tell me? (Söyleyebilir misin?)
When did you clean the garden? (Bahçeyi ne zaman temizledin?)

- Can you tell me when you cleaned the garden? (Bahçeyi ne zaman temizlediğini söyleyebilir misin?)

18 Mart 2019 Pazartesi

Must – have to / has to farkı

Must – have/has to kullanımları ve farkı

Must modalı Türkçe’de -malı –meli eki alan gereklilik kipinin karşılığıdır. “Have/has to” yapısına göre daha kararlı-sert bir anlam barındırsa da bazı istisnalar vardır.

Kesin bir kuraldan veya kanuni zorunluluktan bahsedildiğinde pozitif formda must ve have to/ has to kullanılan gereklilik cümleleri benzerlik gösterir.

- You must have a ticket to enter the concert. (Konsere girmek için bir bilet almalısın)

- You have to have a ticket to enter the concert. (Konsere girmek için bir bilet almalısın)

- He has to have a ticket to enter the concert. (Konsere girmek için bilet almalı)

- You must be patient if you are applying for Mortgage Loans. Processes take a long time. (Konut kredisi için başvuruyorsanız sabırlı olmalısınız. İşlemler uzun sürüyor))

- You have to be patient if you are applying for Mortgage Loans. ((Konut kredisi için başvuruyorsanız sabırlı olmalısınız)


Ancak olumsuz formda kullanıldıklarında anlamlar değişir.

“Must not” yine bir kurala veya kanuni zorunluluğa işaret ederken,

“doesn’t have to” ya da

“don’t have to” bir tavsiyeye veya  bir “zorunda olmama” durumuna işaret eder.


- You mustn't smoke here. (Burada sigara içmemelisin) İçmek yasak anlamında.

- You mustn't make noise in the library. (Kütüphanede gürültü yapmamalısınız)

- “A self-respecting artist must not fold his hands on the pretext that he is not in the mood.” Tchaikovsky (Kendine saygısı olan bir sanatçı havamda değilim diyerek ellerini kavuşturup oturmamalı) Çaykovski.

- You don’t have to wait. (Beklemek zorunda değilsin) İstersen gidebilirsin.

- She doesn’t have to come with us. (Bizimle birlikte gelmek zorunda değil) İsterse gelmeyebilir.

- I don’t have to go to the bank because I use internet banking. (Bankaya gitmek zorunda değilim, çünkü internet bankacılığı kullanıyorum)

- Kubilay doesn't have to sale his guitar. (Kubilay gitarını satmak zorunda değil) Satması gerekmiyor.

Kural:

I / you / we / they don’t have to ….

He / she / it doesn’t have to….


15 Mart 2019 Cuma

İngilizcede işi başkasına yaptırmak - causitive

Genelde kendimizin yap(a)mayıp başka birine yaptırılan işlerden bahsedilirken, yani işi yapan başkası olduğunda ‘causitive’ (ettirgen) yapı kullanılır. 

Bu cümleler have/has + object + V3 kalıbındadır (...have something done...) Çoğunlukla işi yapan kişi belirtilmez.

- We have our house painted every year. (Her yıl evimizi boyatırız)

- We will have our house painted next year. (Gelecek yıl evimizi boyatacağız)

- We had our house painted last year. (Geçen yıl evimizi boyattırdık)


- I had my radio repaired yesterday. (Radyomu dün tamir ettirdim)

- My parents have portraits taken every year at their wedding anniversary. (Anne ve babam her evlilik yıldönümlerinde fotoğraf çektirir)

- Sevgi has her hair cut always at same coiffeur. (Sevgi saçlarını hep aynı kuaförde kestirir)

- I will have the car washed tomorrow. (Yarın arabayı yıkatacağım)

- I had my finger broken in a traffic accident. (Bir trafik kazasında parmağım kırıldı) İstek dışı veya kazara meydana gelen olaylarda da bu yapı kullanılır. 

- Why don’t you have the roof of your house fixed? (Neden evinin çatısını tamir ettirmiyorsun?)

Bazen have/has yerine ‘get’ kullanılır. 

- You should get your computer repaired. (Bilgisayarını tamir ettirmelisin) 

- I got my hair cut yesterday. (Dün saçımı kestirttim)

11 Mart 2019 Pazartesi

Sometimes - Sometime farkı

Sometimes:

Zaman içinde bazen, ara ara yapılan belirli durumları anlatırken sometimes kullanılır.

- I meet Ceren sometimes in Ankara. (Ceren ile bazen Ankara’da buluşurum) Tekrarlanan bir eylem olduğu anlaşılıyor.

- I like playing the badminton. I also play games on the phone sometimes. (Badminton oynamayı severim. Ayrıca bazen telefonda oyun oynarım)

- Sometimes they go to the shopping mall. (Bazen alışveriş merkezine giderler)

- Sometimes I wish I had a time machine. (Bazen keşke bir zaman makinem olsaydı diyorum)



Sometime:

Geçmişte veya gelecekteki belirsiz bir zamandaki bir durumdan veya eylemden bahsederken sometime kullanılır. Daha çok “bir ara, günün birinde” gibi bir anlamı var.

- Goodbye, see you sometime. (Hoşça kal bir ara görüşürüz.) Tekrarlanan bir eylem değil.

- I want to visit Cappadocia sometime next summer. (Gelecek yaz bir ara Kapadokya’yı ziyaret etmek istiyorum)

- I will probably go on holiday sometime in July. (Muhtemelen temmuzda bir gün tatile çıkarım) Temmuz ayında herhangi bir zaman.

- Did you see that? I drew this comic sometime last year. (Bunu gördün mü? Bu karikatürü geçen yıl bir zaman çizmiştim.)


Daha akılda kalıcı olması için: 
Sometimes - Arada bir
Sometime - Bir ara

  

4 Mart 2019 Pazartesi

Yer isimlerinde THE kullanımı

Ülke, şehir, dağ, nehir, göl gibi yer adlarında THE kullanımı.

THE İngilizcede "article" olarak adlandırılan, Türkçeye “tanımlık” olarak çevrilen ve isimleri tanımlamakta kullanılan şeydir. Yine isimlerden önce gelen “a” ve “an” gibi tekil isimlerle kullanılır, çoğul veya sayılamayan (uncountable) isimlerle kullanılmaz.

Spesifik, özel, belirli bir isimden bahsedilirken, öncesinde the kullanılır.

- I decided to buy a watch. (Bir saat almaya karar verdim) Herhangi bir saatten bahsediliyor.

- I decided to buy the watch. (Saati almaya karar verdim) Belirli bir saat. Bahsedilen saati hem cümleyi kuran, hem karşıdaki kişi biliyor. O saati almaya karar verdim.


- Put an apple on your head and close your eyes. (Başına bir elma koy ve gözlerini kapa)

- Put the apple on your head and close your eyes. ( Elmayı başına koy ve gözlerini kapa) Muhtemelen orada bir elma var, yani hangi elmadan bahsedildiğini hem söyleyen kişi, hem elmayı başına koyacak kişi biliyor.

Yer isimlerinde THE kullanımı:

THE kullanılan yer isimleri:

Birden fazla ülke veya eyaletin bir arada olduğu devletlerden bahsedilirken.


- The United States of Amerika, The USA, The United Kingdom, The UK, The United Arab Emirates gibi.

Çok sayıda küçük adadan oluşan ülkelerden bahsedilirken THE kullanılır.

- The Virginia Islands, The Philippines gibi.

Deniz ve okyanuslardan bahsederken THE kullanılır.

- The Atlantic Oceans, The Indian Ocean, The Mediterranean Sea gibi.

Nehirlerden bahsedilirken THE kullanılır.

- The River Nile, The Seyhan River gibi

Çöllerden bahsederken THE kullanılır.

- The Gobi Desert, The Karakum Desert gibi,

Sıradağlardan veya dağ gruplarından bahsedilirken THE kullanılır.

- The Alps, The Taurus Mountains (Toros Dağları) gibi,

Yapılardan bahsedilirken THE kullanılır.

- The Taj Mahal, The Ankara Castle, The Colosseum gibi.



The kullanılmayan yer isimleri

Ülke adlarında THE kullanılmaz.

- Turkey, Bugaria, Russia, Japan…

Kıta isimlerinde THE kullanılmaz


- Africa, Asia, Europe…

Şehir isimlerinde THE kullanılmaz,
- Ankara, Paris, Tokyo…

Göl isimlerinde THE kullanılmaz.

- Lake Van, Lake Como…

Dağ isimlerinde THE kullanılmaz. (Sıradağlarda kullanılıyordu)

- Monte Amaro mountain, Mount Suphan (Süphan), Mt. Makalu (kısaltılarak kullanılması yaygındır)

Cadde, sokak isimlerinde THE kullanılmaz


- Wall Street, Ataturk Street, Bayındır Street, Lombard Street, Abbey Road…

 Park isimlerinde THE kullanılmaz.

- Genclik Park, Central Park, Tivoli Gardens, Golden Gate Park...

25 Şubat 2019 Pazartesi

Suggest - Recommend farkı / Örnek cümleler

isim; tavsiye, öneri
fiil; tavsiye etmek, önermek. Çoğunlukla birbirlerinin yerine kullanılabilir.

suggest” genel tavsiyelerde, 

"recommend” biraz daha özel tavsiyelerde, yani kişisel bir deneyime dayanan tavsiyelerde kullanılıyor. (Bunu öneriyorum çünkü daha önce deneyimledim)

Birbirlerinin yerine geçebildiği bir örnek:

- The doctor suggested that she lose weight. (Doktor kilo vermesini tavsiye etti)

- The doctor recommended that she lose weight. (Doktor kilo vermesini tavsiye etti)

- The doctor advised that she lose weight. (Doktor kilo vermesini tavsiye etti)

Bu tür bir cümle aynı zamanda dilek kipindedir (subjunctive mood). Bu yapıda geniş zamandaki ikinci fiile “–s” takısı gelmez. Özne he, she, it olsa bile fiil yalın haldedir (base form). Yani “The doctor suggested that she loses weight” denmez.

Şu dilek kipi cümlesindeki was yerine were kullanılması gibi:

   I wish I was a basketball player

 - I wish I were a basketball player
. (Keşke bir basketbolcu olsaydım)

Suggest - örnek cümleler:

- I suggest you install an antivirus software on your computer. (Bilgisayarına antivirüs yazılımı yüklemeni öneririm)

- Do you suggest buying strawberry and eating it in winter? (Kışın çilek alıp yemeyi tavsiye ediyor musunuz?) suggest kullanılan istek-dilek ifadelerinde fiile +ing takısı getirilmesi yaygındır.

- I would suggest doing research into who they are. (Kim olduklarını araştırmayı öneririm)

- There are a lot of researchs which suggests eating nuts may be good for your heart. (Fındık yemenin kalbe iyi gelebileceğini öne süren pek çok araştırma var) suggest burada öne sürmek anlamında kullanılmış.


Recommend – örnek cümleler

- I would recommend that tailor to you.
(Sana o terziyi önerebilirim)

- Can you please recommend a famous dermatologist? (Ünlü bir cildiyeci tavsiye edebilir misin?)

- Limonata is such a good movie. I strongly recommend it. (Limonata ne kadar güzel bir film. Şiddetle tavsiye ederim)

- I highly recommend this book for parents who are feeling anxious or stressed. (Stresli ya da endişeli hisseden ebeveynlere bu kitabı çok tavsiye ederim)

- I recommended that my Japanese friend try the tarhana soup. (Japon arkadaşıma tarhana çorbasını denemesini önerdim) Geniş zamanlı cümlede fiile –s takısı getirilmemesi durumu. ..friend try…

19 Şubat 2019 Salı

Past Perfect ve örnek cümleler

Past Perfect Tense, Türkçedeki miş'li geçmiş zamana benzese de tam olarak aynı değildir. Past perfect ifadelerde çoğunlukla 2 farklı olay (fill) vardır. Birisi Past Perfect, diğeri genelde Past Tense olur.


Past Perfect Yapısı: Subject + had + Verb3 (Past Participle)


1- Geçmişte tamamlanmış bir eylemden önce gerçekleşmiş başka bir eylemden bahsederken.

- Ahmet had gone out when his son arrived in the bank. (Ahmet, oğlu bankaya vardığında bankadan ayrılmıştı) Ahmet’in eylemi, oğlunun eyleminden önce gerçekleşmiş.

- When I arrived at the train station, the train had left. (Tren istasyonuna vardığımda, tren ayrılmıştı) Geç kalmış, treni kaçırmış.

- When the police came, the thief had gone. (Polis geldiğinde hırsız kaçmıştı)

- After I had had a bath, I ate breakfast. (Banyo yaptıktan sonra kahvaltımı yedim) Past perfect cümlede “have” fiili varsa kaçınılmaz olarak iki tane “had” yan yana gelir. Had had (have a bath)



2- Geçmişte belirtilen özel bir zamandan önce gerçekleşmiş eylemleri tanımlarken.

- Suna had never been to a football match before last weekend. (Suna geçen hafta sonuna kadar hiç futbol maçında bulunmamıştı) Hayatında ilk defa geçen hafta gitmiş.

- When I went to Beypazarı last month, I ate Beypazarı casserole there. I had never eaten Beypazarı casserole before. (Geçen ay Beypazarı’na gittiğimde güveç yedim. Daha önce hiç Beypazarı güveci yememiştim.)



3- Sebep sonuç ilişkisi bulunan cümlelerde. Genellikle past simple tense ile birlikte kullanılır.

- We got stuck in trafik because there had been an accident. (Trafikte şıkışıp kaldık, çünkü bir kaza olmuştu.)

- I started feeling ill because I had drunk a lot of beer for lunch. (Kendimi hasta hissetmeye başladım çünkü öğle yemeğinde çok bira içmiştim)

- It could have been nice, if you had put black shoes on. (Siyah ayakkabıları giyseydin hoş olabilirdi)


4- Geçmişteki bir olayın sonucunu vurgulamak için.


- By the time I recieved that 20% off coupon it had already expired. (Yüzde 20’lik indirim kuponu elime ulaşana kadar çoktan süresi dolmuştu.)

- By the time Nuri Bilge Ceylan received the award, he had directed five movies. (Nuri Bilgi Ceylan ödül aldığında beş filmin yönetmenliğini yapmıştı) Ödül almadan önce 5 film yönetmişti.


5- Reported speech (dolaylı anlatım) cümlelerinde geçmiş zamanlı bir olay aktarılırken.

- Saliha said that she had eaten the baklava. (Saliha baklavayı yediğini söyledi)

- Metin said that he had never been to Izmir. (Metin İzmir’e hiç gitmediğini söyledi)

14 Şubat 2019 Perşembe

Sleep - asleep farkı / Örnek cümleler

Sleep

Fiil (verb) olarak uyumak, isim (noun) olarak uyku anlamında kullanılıyor.

- I sleep like a baby. (Bir bebek gibi uyurum)

- He slept for 4 hours yesterday. (Dün 4 saat uyudu)

- I didn’t sleep a wink. (Gözümü kırpmadım) Hiç uyumadım.

- You should fix your sleep schedule immediately. (Acilen uykunu düzene sokmalısın) isim olarak kullanım.

- How much do cats sleep? (Kediler kaç saat uyur?)
- Cats spend more than half the day sleeping, snoozing for about 12,5 hours. (Kediler günün yarıdan fazlasını, yaklaşık 12.5 saatini uyuyarak, şekerleme yaparak geçirir)

Asleep
Asleep fiil değildir, sıfat (adjective) ya da zarf (adverb) olarak kullanılır.

Uykuda, uyuyan, uyumakta olan, uyumuş anlamlarındadır.

- My grandfather is asleep right now. (Büyük babam şu an uykuda) My grandfather is sleeping… ile aynı anlamda.

- The city was asleep and I went out for taking picture of the stars. (Şehir uykudaydı ve ben yıldızların fotoğrafını çekmek için dışarı çıktım)

-You can't wake person who is pretending to be asleep. (Uyuyor numarası yapan birini uyandıramazsın)

- I was so tired. I fell asleep on the bus. (Çok yorgundum. Otobüste uyuyakaldım).

Fall asleep: Uyuyakalmak

7 Şubat 2019 Perşembe

Will - going to farkı / will kullanımı


Will – be going to

Her ikisi de gelecek zaman (future tense) cümlelerinde kullanılır.

Ancak basitçe:

“Will”, genelde daha ani bir kararla yapılan fiillerle birlikte, daha belirsiz durumlarda kullanılıyor.

“Going to” ise gelecekle ilgili daha kesin, net veya planlanmış eylemlerden bahsederken kullanılıyor.

diyebiliriz.

- Mr. Kaya called you in the morning? (Sabah seni Kaya Bey aradı)
I will call him back. (Ona döneceğim- arayacağım)

- The phone is ringing. (Telefon çalıyor)
- I will get it. (Ben bakarım)

- If you don't challenge yourself, you will never realize what you can become. (Kendine meydan okumazsan ne olabileceğini asla bilemezsin) Şartlı cümlelerde genelde will kullanılır.

- Our team will probably win. (Bizim takım muhtemelen kazanır.) Gelecekle ilgili kişisel tahminlerde genelde will kullanılır.

- They'll likely buy a new shoes. (Herhalde yeni bir ayakkabı alırlar)

- Tomorrow I’m going to fly to Antalya. (Yarın Antalya’ya uçuyorum) Kesin bir bilgi

- I cannot get out with you. I’m going to do my homework. (Seninle dışarı çıkamam. Ödevlerimi yapacağım)

Günlük dilde  "going to"bazen  "gonna" olarak kısaltılır.
 - I'm gonna make a cake for your birthday.. (Doğum günün için pasta yapacağım)



Will - diğer kullanımları (gelecek zaman dışındaki):

1- Alışkanlıklardan, rutinlerden bahsederken.

- Your boys are fighting. (Senin çocuklar kavga ediyor)
- Yes. They will do that. (Evet. Yaparlar) Sürpriz değil, sürekli kavga ediyorlar çünkü.

- When do bears start to hibernate? (Ayılar ne zaman kış uykusuna yatmaya başlar?)
- The bears will start to hibernate in the end of October. (Ayılar Ekim sonunda kış uykusuna yatmaya başlar) Her yıl gerçekleşen bir rutin.

2- Geçmişteki alışkanlıklardan veya rutinlerden bahsederken “will”in geçmiş zaman formu olan would kullanılır”

- In the years I worked there we would play table tenis every noon. (Orada çalıştığım yıllarda her öğlen masa tenisi oynardık) Bakınız WOULD KULLANIMI 

Biraz "Used to" kullanımına benziyor.

- My grandmather used to smoke but then she had health problems and had to stop. (Büyükannem sigara içerdi ama sağlık problemleri başlayınca sigarayı bırakmak zorunda kalmıştı).


3- Rutinleşmiş veya zamanlanmış bir eylem hakkında yorum yaparken.

- The news will be starting on tv. Could you turn on it please? (Haberler başlamış olacak. Televizyonu acabilir misin?)

Cümle hem yazımda, hem söylemde gelecek zaman yapısında olmasına rağmen şimdiki zamandan bahsediyoruz. Bu tür kullanımı Türkçede de aynı şekilde görürüz. Ahmet gelmiş olacak, kapıyı açar mısın? Yani şu an kapıda. Ahmet’in geldiğinden neredeyse eminiz.

- She will be sleeping about now. I think we don’t call her. (Şu sıralar uyuyor olacak, aramayalım bence)

- Their bus will be taking a break at this time at Burdur. (Şu sıra otobüsleri Burdur’da mola vermiş olacak) Şu sıra moladalardır anlamında. Şimdiki zamandan bahsediyor.


Bu kullanım gelecek zaman kiplerinden future continuous tense ile aynı gibi görünmesine rağmen burada şimdiki zamanı ifade ediyor.


Future continuous tense - örnek bir cümle

- They'll be travelling to Antalya tomorrow night. (Yarın gece Antalya’ya yolculuk ediyor olacaklar.)