28 Aralık 2021 Salı

Unless kullanımı

Bazı durumlarda if  yerine kullanılabilen unless / as long as bağlaçlarının farkı, örnek cümleler:

As long as

Şartıyla, sürece, yeter ki, taktirde... 
Bu anlamlarda if bağlacının yerine kullanılabilir (positive condition). Cümlenin başında veya ortasında bulunabilir.

- Sabri will join the meeting as long as you come too. (Sen de geldiğin taktirde, Sabri toplantıya katılacak)

- Sabri will join the meeting if you come too. (Sen de geldiğin taktirde, Sabri toplantıya katılacak)


Unless

Olmadığı sürece, olmadıkça... 
‘As long as’ bağlacının tam tersidir. Bu anlamlarda if not bağlacının yerine kullanılabilir (negative condition). Cümlenin başında veya ortasında bulunabilir. Unless bağlacını takip eden fiiller daima pozitif olur. 

- You can’t enter the concert hall if you don’t have a ticket. (Biletin olmadan konser salonuna giremezsin) 

- You can’t enter the concert hall unless you have a ticket. (Biletin olmadan konser salonuna giremezsin) 

- If she dosen’t do her homework, she can’t watch the film. (Ev ödevini yapmazsa film izleyemez)

- Unless she does her homework, she can’t watch the film. (Ev ödevini yapmadıkça film izleyemez)

- It rains. I can’t go out unless I take an umbrella. (Yağmur yağıyor. Şemsiye almadan dışarı çıkamam)

21 Aralık 2021 Salı

İngilizcede Huylu Huyundan Vazgeçmez

Örnek cümleler:

- You cannot change people. Very true I think. My grandmum always said a leopard can’t change its spots
.
(İnsanları değiştiremezsiniz. Çok doğru bence. Büyükannem hep "bir leopar beneklerini değiştiremez" derdi)

- Nadide promised she would stop to smoke but she didn’t do it. A leopard can’t change its spots. (Nadide sigarayı bırakacağına söz vermişti ama sözünü tutmadı. Huylu huyundan vazgeçmez)

A leopard can’t change its spots:

Tam çevirisi: Bir leopar beneklerini değiştiremez. 
Ancak bu bir deyim ve Türkçedeki "huylu huyundan vazgeçmez""insan yedisinde neyse yetmişinde de odur""huy çıkar can çıkmaz" gibi atasözlerine karşılık gelir.

ingilizce deyimler
fotoğraf: pixabay


16 Aralık 2021 Perşembe

Live - life - alive karşılaştırması

Life / live / alive kelimeleri arasındaki farklar:

Live


1- to live
fill (verb)yaşamak, oturmak/ikamet etmek. (liv şeklinde ince teleffuz edilir.)

2- live
Sıfat (adjective) / canlı, diri, hareketli, naklen (konser, tv yayınları vb. için) (laiv şeklinde telaffuz edilir)

- Nazmelis lives for live music. She follows all concert news closely. (Nazmelis canlı müzik için yaşıyor. Bütün konser haberlerini yakından takip ediyor) Bu cümlede ilk ‘live’ fiil, ikinci ‘live’ sıfattır.…livs for laiv music” diye teleffuz etmek gerekir.

- My grandparents lived in Manisa until last year. (Büyükbabam ve büyükannem geçen yıla kadar Manisa’da yaşadılar)… Manisa’da ikamet ettiler.

Life

İsim (noun) / hayat, yaşam. Doğumdan ölüme kadar yapıp ettiklerimiz.

- Life is too short. You should enjoy it. (Hayat çok kısa. Tadını çıkarmalısın)

- I’ve been waiting for this moment for all my life. (Hayatım boyunca bu anı bekledim)



Alive

Sıfat (adjective ) / hayatta olma, yaşıyor olma durumu.

- You had a terrible accident . You should be grateful that You’re alive today. (Feci bir kaza geçirdin. Bugün hayatta olduğun için şükretmelisin)

- I found my cat in the basement. I knew she was alive and well. (Kedimi bodrumda buldum. Yaşadığını ve iyi olduğunu biliyordum.




3 Aralık 2021 Cuma

İngilizcede tarih formatı (date format)

Bugün 3 Aralık 2021

Dünyada tarih formatı konusunda bir standart oluşamamıştır.
Uluslararası Stardardizasyon Kurumu (ISO) bir format belirlemişse de Çin, Kore, Japonya gibi bazı Uzakdoğu ülkeleri ve bazı uluslararası uygulamalar (yazışmalar, bürokrasi) dışında bu formata pek uyulmamıştır.

ISO 8601 standardına göre tarih YYYY/MM/DD biçiminde yazılmalı.
Buna göre, bugünün tarihi: 2021-12-03 (2021/12/03 veya 2021.12.03) şeklindedir.



Amerika'da tarih formatı (Amerikan İngilizcesinde 3 Aralık 2021)

Yazılışı: 12-03-2021 (December 03, 2021 veya December 3rd, 2021)

Okunuşu: December third, two thousand twenty one.



Amerika dışındaki ülkelerde tarih formatı (İngiliz İngilizcesinde 3 Aralık 2021)

Yazılışı: 03-12-2021 (03 December 2021 veya 3rd December 2021)

Okunuşu: Third of december two thousand twenty one


Yıl okunurken bazen günlük dilde ikiye ayrılarak okunur.
Örnek: Twenty twenty one (2021), Nineteen fifty four (1954)

26 Kasım 2021 Cuma

Arab vaccine soup

 

Arap aşı çorba
Arab vaccine soup




Not: Doç. Mahmut Sarıkaya'nın 'Türkçede Günün Vakitleri ve Arabaş(ı) Çorbasının Adı' başlıklı makalesine göre bu çorbanın asıl adı 'arabaş'

Burada anlatılana göre; Türkler eskiden geceyi 3'e ayırmışlar ve 'bubaş', 'arabaş', 'obaş' demişler. Arabaş, yatmadan hemen önceki zaman dilimine deniyormuş. Yatmadan önce acıkanların içtiği çorbaya arabaş çorbası denmiş. Zamanla sözcük unutulup 'arabaşı'na dönüşmüş. Yani yukarıdaki bilgi notundaki yemeğin ismi Türkçe olarak bile hatalı yazılmış görünüyor





22 Kasım 2021 Pazartesi

İngilizcede "Ne olsa beğenirsin"

Bir olay veya hikaye anlatılırken beklenmedik anları, sürprizli sonları ifade etmekte kullanılır.

lo and behold: Şu işe bakın, ne olsa beğenirsin...  

- I have had a lot of traffic accidents and I should be dead by now, but lo and behold, here I am. (Pek çok trafik kazası geçirdim ve şimdiye kadar ölmüş olmalıydım ama şu işe bakın ki hala buradayım.)


- I left early to take some sunrise photos at the lake but, lo and behold, there was a working on the road and was closed. (Gölde gündoğumu fotoğrafları çekmek için evden erkenden çıktım fakat ne olsa beğenirsin, yolda çalışma vardı ve kapalıydı.)



"Anahtarlarımı bagaja kilitledim. Bagaja bir şeyler koyuyordum ve sonra kapattım, anahtarlarımı bulmak için ceplerimi karıştırmaya başladım ve sonra ne olsa beğenirsin, araba kilidinin duydum."


19 Kasım 2021 Cuma

Sleep - asleep farkı

Sleep 

uyumak / uyku anlamlarında fiil ve isimdir.

Asleep 

uyku durumunda olan, uyuyan anlamında sıfattır.


- Your cats are sleeping on my workbench. (Kedilerin çalışma masamda uyuyorlar) fiil olarak (şimdiki zaman)

- Your cats are asleep on my workbench. (Kedilerin çalışma masamda uykudalar) Kediler uyku durumunda.


- We need to improve sleep quality. (Uyku kalitesini artırmamız gerekiyor) isim olarak kullanım

- I have to clean the kitchen while my little son is asleep. (Küçük oğlum uykudayken mutfağı temizlemeliyim)


fall asleep 

uykuya dalmak 

- The kids fell asleep after spending all day in the pool. (Çocuklar bütün gün havuzda vakit geçirdikten sonra uykuya daldılar)

10 Kasım 2021 Çarşamba

Before - Ago arasındaki fark

Bir olayın/fiilin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini anlatırken. AGO.

Bir olayın başka bir olaydan önce olduğunu veya ne kadar zaman önce olduğunu anlatırken BEFORE

Örnek cümleler: 
- Burak left home 20 minutes ago. (Burak evden 20 dakika önce ayrıldı) 

- Appreciate what you have before it's gone. (Gitmeden önce sahip olduklarının kıymetini bil)

- We moved to Ankara 15 years ago. (Ankara'ya 15 yıl önce taşındık)

 - I lived in Bursa before 2013. (2013 yılından önce Bursa'da yaşadım)

- I lived in Bursa 8 years ago. We are in the year 2021. (8 yıl önce Bursa'da yaşadım. 2021 yılındayız)


- Have you ever been to Turkey before?
(Daha önce hiç Türkiye’de bulundun mu? Bulunduğumuz tarihten öncesi kastediliyor.

- I have been to Turkey 5 years ago. (Türkiye'ye beş yıl önce gelmiştim - bulundum)

- I have never been to Turkey before. (Daha önce Türkiye'de hiç bulunmadım - gitmedim)


- I got to meeting room half an hour before my all colleagues.
(Toplantı odasına bütün iş arkadaşlarımdan yarım saat önce gittim)

- I got to meeting room half an hour ago. (Toplantı odasına yarım saat önce gittim)


- My son graduated from university two years ago.
(Oğlum üniversiteyi iki yıl önce bitirdi)

- My son graduated from university two years before my daughter did. (Oğlum üniversiteyi kızımdan 2 yıl sonra bitirdi)

4 Kasım 2021 Perşembe

Remind - Remember farkı

Remind

Hatırlatmak, anımsatmak. Hatırlatma işi, birisi veya bir şey tarafından başka birisine yapılır. Dolayısıyla remind fiilinden sonra me, you, her, him, us, them zamirlerinden biri veya Ahmet, Mehmet, Ferit gibi bir isim gelir.

- The doctor reminded me of the appointment on Monday.
(Doktor bana pazartesi günkü randevuyu hatırlattı)

- My smartphone reminds me to take the medicines. (Akıllı telefonum ilaçları almamı hatırlatıyor)

Birine benzetmek anlamında da kullanılır.

- You remind me of Kemal Sunal. (Bana Kemal Sunal’ı hatırlatıyorsun) Onu andırıyorsun, benziyorsun anlamında.



Remember

Hatırlamak, anımsamak. Hatırlama işi özne tarafından yapılır. Geçmişteki bir olay veya gelecekte yapılması gereken bir iş hatırlanabilir.

- I remembered visiting the hospital last Monday. Geçen Pazartesi hastaneye gittiğimi hatırladım)

- I have remembered to call my doctor for an appointmanent. (Bir randevu için doktorumu aramayı hatırladım) Arayacağımı hatırladım.

- Do you remember how to get to Atakule? (Atakule’ye nasıl gidildiğini - gittiğini hatırlıyor musun?)

28 Ekim 2021 Perşembe

Whole - Entire farkı /Örnek cümleler

whole / entire: Bir şeyin tamamı, bütünü, yüzde yüzü (%100) 

İki sözcük de tamamen aynı anlama gelmektedir ancak biraz daha formal (resmi) durumlarda 'entire'  tercih edilebilir.

- Haydar was planning to sleep through the whole bus ride. (Haydar tüm otobüs yolculuğu boyunca uyumayı planlıyordu.)

- Haydar was planning to sleep through the entire bus ride. (Haydar tüm otobüs yolculuğu boyunca uyumayı planlıyordu.)



Ayrıca vurgulu söylenen ifadelerde ve  ünlem cümlelerinde whole yerine entire tercih edilmeli.

- I can’t believe Ferit ate the entire kebab! (Ferit’in bütün kebabı yediğine inanamıyorum!)

- Burak ate the whole kebab. (Burak bütün kebabı yedi)


‘The whole’ ve ‘the entire’ tekil isimlerden önce kullanılmalı (singular). Çoğul isimlerle birlikte kullanılmaz.
Yani I translated the whole/entire books. DİYEMEYİZ. 
I translated the whole/entire books.

 'a whole' ve 'an entire' yalnızca tekil ve sayılabilen isimlerden önce kullanılmalıdır (singular, countable).


- I know someone who can read an entire newspaper in 5 minutes.  (Bütün bir gazeteyi 5 dakika içinde okuyan birini tanıyorum)

- I know someone who can read a whole newspaper in 5 minutes.  (Bütün bir gazeteyi 5 dakika içinde okuyan birini tanıyorum)


Çoğul isimlerle kullanım (article olmadan - the, an, a -)

- Whole students joined to the class remotely. (
Bütün öğrenciler derse uzaktan katıldı.)

All - Whole farkı / örnekler


22 Ekim 2021 Cuma

İngilizcede YOK anlamında NO kullanımı

no: hayır

- Do you like winters?
 - NO, I don’t. (Kışları sever misin? - HAYIR, sevmem) 


Hayır anlamındaki NO, bazen yokluk ifadelerinde de kullanılır.

Kendisinden sonra mutlaka bir isim veya bir tamlama (sıfat tamlaması) gelir. I have no happy DİYEMEYİZ. 'Happy' bir sıfattır.

'NO'dan sonra gelen isimde article (the, a, an) kullanılmaz.

Yapı: Verb + NO + noun

- I have no money. (Param yok)

- I have no reason for going out. (Dışarı çıkmak için bir nedenim yok)

- Today she has no energy. (Bugün enerjisi yok)

- There was no book on the table. (Masada kitap yoktu)

- I’m at the market. There are no empty shelves here. (Marketteyim. Burada boş raf yok) NO’dan sonra sıfat tamlaması gelmiş



NO – NOT farkı

Aynı anlamda kullanım:

- I have no time. (Zamanım yok)

- I don’t have time. I do not have time. (Zamanım yok)

- I’dont have enough time. (Yeterli zamanım yok) ‘enough time' bir sıfat tamlaması olduğu halde I have no enough time DİYEMEYİZ. Yukarıda, 'No'dan sonra bir sıfat tamlaması gelebilir demiştik. Fakat Any, many, much, more, enough sıfatlarını içeren tamlamalar istisnadır.

- He has no idea about that movie. (O film hakkında fikri yok)

- He has not any idea about that movie. (O film hakkında hiçbir fikri yok)



Cümle içinde NOT:

- I’m not happy. (Mutlu değilim)

- It’s not a red apple. (O kırmızı bir elma değil) article (the, a, an) kullanılabilir.



‘Not’ eki fiilleri olumsuz hale getirir. Dolayısıyla bir fiilden önce kullanılabilir.

- I don’t like snakes. (Yılanlardan hoşlanmıyorum)

- I did not listen to you. (Seni dinlemedim)

- I won’t go to the dentist. I will not go to the dentist. (Dişçiye gitmeyeceğim)

15 Ekim 2021 Cuma

İngilizce film repliklerini tahmin et

İngilizce film veya dizilerden bazı sahneler gösterilerek, doğru Türkçe çeviriyi bulmanız isteniyor. ,

Kullanıcının İngilizce seviyesine uygun zorluk derecesi seçilebiliyor.

İstenirse konuşma, altyazılı olarak ekrana geliyor. 

Bilgisayardan veya mobil uygulama üzerinden kullanılabilen ilginç ve eğlenceli bir İngilizce sınavı:

https://www.voscreen.com


8 Ekim 2021 Cuma

Stop to do… Stop doing…

stop to do… ve 
stop doing… ifadelerinin birbirinden farkı:

İki fiilli İngilizce cümlelerde, ikinci fiil genellikle gerund (verb + ing) ya da infinitive (mastar) şeklindedir.

Stop, try, forget, remember, forget gibi bazı fiilleri takip eden fiilin gerund veya infinitive olması cümlenin anlamını tamamen değiştirir.

Örnek cümleler:

- I stopped to smoke. (Sigara içmek için durdum)

- I stopped smoking. (Sigara içmeyi bıraktım) Artık hiç içmiyorum.



- I stopped to eat hamburger. (Hamburger yemek için durdum)

- I stopped eating hamburger. (Hamburger yemeyi kestim) Artık hamburger yemiyorum.



- I want to stop to buy newspaper. (Gazete satın almak için durak istiyorum)

- I want to stop buying newspaper. (Gazete satın almayı bırakmak istiyorum) Artık gazete satın almak istemiyorum.

29 Eylül 2021 Çarşamba

Relative clause içinde who - whose kullanımı / farkları

Relative Clauses ile birlikte kullanılan ilgi zamirlerinden olan (relative pronoun) 'who' ve 'whose' arasındaki farklar / örnek cümleler.

Who

Bağıl cümlelerde (relative clauses) kişiler için kullanılır. Resmi olmayan günlük dilde 'who' yerine bazen 'that' sözcüğü de getirilebilir.

- I know the man who is working in the farm. (Çiftlikte çalışan adamı tanıyorum)

- Mete Gazoz who won olympic medal is 22 years old. (Olimpiyat madalyası kazanan Mete Gazoz 22 yaşındadır)

- This is a girl who is my friend. (Bu benim arkadaşım olan kız)



Whose:

Bağıl cümlelerde (relative clauses) sahiplik durumunu belirtmek için kullanılır. 'whose' sözcüğünü takiben mutlaka bir isim (noun) gelmelidir.

Örneklerde de görüldüğü gibi whose sözcüğünün sağındaki nesne, whose sözcüğünün solundaki kişiye aittir.

- A wonderful woman whose books changed my life. (Kitapları hayatımı değiştiren harika kadın)

- I have a colleauge whose computer is broken. (Bilgisayarı bozuk olan bir iş arkadaşım var)

- I talked someone whose cat has same name as me. (Kedisi benimle aynı isme sahip biriyle konuştum)

10 Eylül 2021 Cuma

İngilizcede like kullanımı

 1- Fiil olarak kullanımı 'to like'

hoşlanmak, beğenmek, sevmek anlamlarında

- I like playing basketball. (Basketbol oynamayı seviyorum)

- Do you like rock music? (Rock müziğinden hoşlanır mısın?)

- She dosen't like math. (Matematiği sevmiyor)


2- 'dilemek', 'arzu etmek', 'istemek' anlamlarında fiil olarak kullanım. Çoğunlukla nazik soru cümlesi olarak would + subject + like kalıbıyla karşımıza çıkar. 

- Would you like some sugar? (Biraz şeker ister miydiniz?)

- I would like to meet you. (Sizinle tanışmayı arzu ederim) 


3- 'gibi', 'örneğin' anlamalarında kullanımı:

'such as' ifadesine benzer bir karşılığı vardır.

- I can play many instrument, like piano. (Piyano gibi pek çok müzik aletini çalabiliyorum)

- Your vacuum cleaner so silent. I need something like that. (Süpürgeniz çok sessiz. Buna benzer bir şeye ihtiyacım var)

- Will we buy smart board like ones used in Singapore, China etc. (Singapur, Çin ve benzeri ülkelerde kullanılan akıllı tahtadan alacak mıyız?)


4- 'benzer', 'aynı' anlamlarında edat olarak kullanımı. 'be like' 

- It's like my mobil phone. (Benim telefonuma benziyor)

- You are like a real prince. (Gerçek bir prense benziyorsun)

- Are they twins? They are like each other. (Onlar ikiz mi? Birbirlerine benziyorlar)


5- 'like father, like son' - 'like mother, like daughter' deyimleri içinde kullanımı:

Türkçedeki 'babasının oğlu', 'anasının kızı' / 'anasına bak kızını al' deyimlerinin İngilizcedeki karşılığı olduğu söylenebilir.

- She just 14 years old and enjoy making cake. Like mother, like daughter! (Henüz 14 yaşında ve kek pişirmeyi seviyor. Annesinin kızı!) 

8 Eylül 2021 Çarşamba

Every time - all the time

every time - all the time farkı / örnek cümleler

Every time

Özel bir zamanda hep gerçekleşen fakat oluş sıklığı bilinmeyen şeylerden bahsederken 'hep', 'her zaman', 'zamanlarda' anlamlarına gelen every time kullanılır. Ayrı yazılır: everytime şeklindeki yazım yanlıştır.

- Every time we go to grandma, she makes cake. (Büyükanneye her gidişimizde bize kek yapar)

- I change my mind every time, I talk to him. (Onunla ne zaman konuşsam fikrim değişir) O hep fikrimi değiştirir.

- She calls her mom every time she get to home early. (Eve erkenden gittiğinde her zaman annesini arar)

- You were here every time I need your help. Thank you! (Yardımına ihtiyacım olduğu zamanlarda buradaydın. Teşekkür ederim)


All the time

Her zaman, daima veya genellikle gerçekleşen durumlardan veya olaylardan bahsederken kullanılır.

- Kızılay is crowded all the time. (Kızılay her zaman kalabalıktır)

- What do you do? You are busy all the time! (Ne iş yapıyorsun? Her zaman meşgulsün!)

- He is late all the time. You must warn him! (Hep geç kalıyor. Onu uyarmalısın!)

29 Ağustos 2021 Pazar

on / onto farkı / Örnek cümleler

 on

Preposition. Bir yerin üzerinde bulunma durumu (sabit). Bir nesnenin veya kişinin konumu belirtilirken, genelde isimden önce gelir.

- The bird is on the roof. (Kuş çatının üstünde) çatıya konmuş.

- My coins are on the carpet. (Bozuk paralarım halının üstünde)

- Your ID card is on the table. (Kimlik kartın masanın üzerinde)


onto 

Preposition. Bir nesne, başka bir nesnenin veya yüzeyin üzerine doğru hareket ediyorsa burada on yerine onto edatı kullanılır. 

Genellikle jump, throw, put, push gibi hareket bildiren fiilleri takiben kullanılır.

- The bird is flying onto the roof. (Kuş çatının üzerine uçuyor) Oraya konacak.

- I threw my coins onto the carpet. (Bozuk paralarımı halının üzerine fırlattım) 

- Please put your ID card onto the table. (Lütfen kimlik kartını masanın üzerine bırak)

in / in to / into farkı / Örnek cümleler

11 Ağustos 2021 Çarşamba

İngilizcede s takısı

İngilizcede ‘s takısının kullanımları:

‘s takısı İngilizcede 3 farklı şekilde karşımıza çıkıyor.

1. Sahiplik eki olarak (possesive)

2. is yardımcı fiilinin kısaltması olarak

3. has yardımcı fiilinin kısaltması olarak.



Sahiplik (Possesive)

Tekil öznelerde (sonu s ile bitmeyenlerde) ‘s şeklinde kullanılır.

- Meltem’s dog is so cute. (Meltem'in kedisi çok tatlı)

- The girl’s bag is brown. (Kızların çantaları kahverengi)

Çoğul öznelerde (sonu s ile bitenlerde) sadece kesme (‘) işareti kullanılır.

- The girls’ bags are brown. (Kızın çantası kahverengi)


İki veya daha fazla özne varsa ve bir ortak durumdan bahsediliyorsa sadece ikinci özne ('s) takısı alır.

- Mehmet and Zehra’s car is broken. (Mehmet ve Zehra'nın arabası arızalı)


İki veya daha fazla özne varsa ve farklı birer durumlarından bahsediliyorsa her iki özne de ('s) takısı alır.

- Mehmet’s and Zehra’s hobbies are different. (Mehmet ve Zehra'nın hobileri farklıdır)


s ile biten isimlerde aşağıdaki kullanımların her ikisi de görülür 

- Melis’s hat is nice. (Melis'in şapkası çok hoş)

- Melis’ hat is nice.  (Melis'in şapkası çok hoş)


is yardımcı fiili olarak

- It's a rainy day. (Yağmurlu bir gün)

- He’s sleeping. (O uyuyor)

- He is sleeping. (O uyuyor)

Has yardımcı fiili olarak

Present perfect tense ve continious perfect tense cümlelerde karşımıza çıkar.

- He’s eaten the cake. (Keki yedi)

- He has eaten the cake.
(Keki yedi)

27 Temmuz 2021 Salı

My own - on my own farkı

My own

Kendi, bizzat anlamlarımda.

My own, your own, his own, her own, its own, their own.

- She always make her own meals. (Yemeklerini her zaman kendi yapar)

- I trust my own mind. (Kendi aklıma güvenirim)

- You must learn how to use your own skills. (Kendi becerilerini nasıl kullanacağını öğrenmelisin)


On my own


Yalnız, tek başına anlamlarında.

On my own, on your own, on his own, on her own, on its own, on their own. 

- I like spending time on my own. (Tek başına vakit geçirmeyi severim)

- Baby dove is ready to fly off on her own. (Bebek güvercin kendi başına uçmaya hazır)

- I will teach you how to stand on your own when no one else has your back. (Arkanda kimse yokken tek başına ayakta kalmayı öğreteceğim)


By myself, by yourself, by himself ifadeleri de tam olarak aynı anlamdadır.


- I go out to eat by myself all the time. (Her zaman tek başıma yemeğe çıkarım)

- I go out to eat on my own all the time. (Her zaman tek başıma yemeğe çıkarım)

29 Haziran 2021 Salı

Let- Allow farkı

 İki fiil de 'izin vermek' ile ilişkilidir. Ancak kullanımları farklılık gösterebilir.
allow daha çok dolaylı anlatımda (passice),
let ise doğrudan anlatımda (active) tercih edilir.

- I let they use the house. (Evi kullanmalarına izin verdim)

- They allowed to use the house. (Evi kullanmak için izinliler)


Allow bu pasif yapıda kullanılırken cümle: subject + to be + allowed biçimindedir. Ve takip eden fiil mastar (infinitive) halinde olmalıdır.
Let fiilini takip eden fiil yalın haldedir.


- You are allowed to smoke in the garden. (Bahçede sigara içmek için izinlisin) Bahçede içebilirsin.

- He let us smoke in the garden. (Bahçede sigara içmemize izin veriyor.)


Allow genellikle daha resmi (formal) ifadelerde, let daha az resmi ifadelerde (informal) karşımıza çıkar.

18 Haziran 2021 Cuma

Used to / Would kullanımı ve farkı

Used to / Would

Geçmişteki bir durumdan-alışkanlıklardan, geçmişte rutin olarak yaptığımız ama artık yapmadıklarımızdan bahsederken kullanılıyor.
Bu iki sözcüğü de fiilin yalın hali takip eder (bare infinitives).


- I used to eat hamburger everyday. (Her gün hamburger yerdim)

- I would eat hamburger everyday. (Her gün hamburger yerdim)


Aksiyon-hareket belirten eski bir alışkanlıktan bahsediyorsak 'Would' ve 'Used to' ifadelerinin ikisini de kullanabiliriz.

Ancak, durum belirten eski bir alışkanlıktan bahsediliyorsa (stative verbs) yalnızca 'Used to' kullanılıyor.


- He would wake up early. (Erken kalkardı) Aksiyon

- He used to wake up early). (Erken kalkardı) Aksiyon

- He used to play tenis every weekend. (Her haftasonu tenis oynardı) Aksiyon

- He would play tenis every weekend. (Her haftasonu tenis oynardı) Aksiyon

- I used to be fatter. (Eskiden daha şişmandım) Durum

- I would be fatter. YANLIŞ

- We used to be excited on Fridays. (Bir zamanlar Cuma günleri heyecanlı olurduk) Durum

- We would be excited… YANLIŞ


Would, olumsuz ve soru formunda değişmez.

Used to, olumsuz ve soru formunda did - didn’t ile kullanılır. Sondaki d harfi düşer, use to olur.



- Would you play table tennis? (Masa tenisi oynar mıydın?)

- Wouldn’t you play table tennis? (Masa tenisi oynamaz mıydın?)

- I wouldn’t play table tenis. (Masa tenisi oynamazdım)


- Did she use to wake up early? (Erken kalkar mıydı?)

- She didn’t use to wake up early. (Erken kalkmazdı)


10 Haziran 2021 Perşembe

Put ile yapılan öbek fiiller - phrasal verbs

'Put' içeren bazı 'öbek fiiller' (phrasal verbs) ve örnek cümleler:

Put up
(bir kaç farklı anlamı var)

İnşa etmek, yığmak, dikmek.

- We have to put up a house in 5 days.
(5 gün içinde bir ev inşa etmemiz gerekiyor)

Misafir etmek, konaklamak

- They will put me up for a week until I find somewhere to stay.
(Kalmak için bir yer bulana kadar beni misafir edecekler)

Bir şey için veya bir şeye karşı mücadele ortaya koymak

- Did you put a fight up to save our lakes.
(Göllerimizi korumak için bir mücadele ortaya koydunuz mu?)


Put up with

Tahammül etmek, katlanmak

- He’s put up with me for 13 years. (13 yıldır bana tahammül ediyor)

- I have to put up with this noise every night. (Her gece bu gürültüye katlanmak zorundayım)

Put on

Üzerine bir şeyler almak, takmak (elbise, takı, makyaj)

- It’s cold. You should put on your jacket! (Hava soğuk. Üzerine ceketini almalısın)

- I had breakfast with family and even put on makeup today. (Bugün ailemle kahvaltı ettimi hatta makyaj yaptım)


Put off

Ertelemek, ötelemek

- I've put off buying this camera for years, but finally got it. (Bu kamerayı almayı yıllarca erteledim, ama sonnda aldım)



Put together

Toplamak, bir araya getirmek.

- We've put together common journalism problems and provided solutions. (Gazetecilik mesleğinin sorunlarını bir araya topladık ve çözümler sunduk)



Put away

Ortadan kaldırmak, uzağa koymak.

- You should fold clothes before to put away. (Kaldırmadan önce elbiseleri katlasan iyi olur)

- The exam begins. Please put away your phones. (Sınav başlıyor. Lütfen telefonlarınızı kaldırım)


Put back

Yerine koymak, eski yerine koymak.

- When you're done with the books put it back on the bookshelf. (Kitaplarla işiniz bittiğinde tekrar  kitaplıktaki yerine koyun)

2 Haziran 2021 Çarşamba

Sheeple nedir?

İngilizcede son yıllarda kullanıma giren yeni bir (informal) sözcük: Sheeple

Ne demektir?

Sheep (koyun) ve people (insan) sözcüklerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış.

Sheeple kelimesinin anlamı; diğer insanların yaptıklarından, kalabalığın tercihlerinden kolayca etkilenen, uysal insan.

- I wonder how many sheeple bought these toys? (Bu oyuncaklardan kaç kişinin -koyunun-  aldığını merak ediyorum)

- She is one of those sheeple who is following the latest fashion. (O son modayı takip eden şu insanlardan -koyunlardan- biridir)

23 Mayıs 2021 Pazar

Above / On / Over karşılaştırması - farkı

Above / On / Over : Üstünde, üzerinde, üzerine, yukarısı, yukarısından, yüksek...

Günlük konuşmada bazen birbirleri yerine kullanılıyor olsa da belli durumlarda belli edatlar kullanılmalı.

Above


Daha yüksekte olma durumu. Dikey eksende genellikle görüş alanımızdaki durağan nesneler, yerler için…

- Ankara is situated about 900m above sea level. (Ankara deniz seviyesinin yaklaşık 900 metre üzerindedir)

- You can place your luggage on the shelf above the seat. (Valizini koltuğun üzerindeki rafa yerleştirebilirsin)



Sayısal ifadelerde bir referans noktasının üzerinde olma durumlarında…

- The temperature never went above 40 degrees in Afyon. (Afyon’da sıcaklık 40 derecenin üzerine hiç çıkmadı)

- My score on the exam was above the average of the school. (Sınav notum okul ortalamasının üzerindeydi)


Over

Yüksekten, yukarıdan bir hareket söz konusuysa...

- When migrating some of flamingos will fly over the Lake Mogan. (Turnalar göç esnasında Mogan Gölü’nün üzerinden uçarlar)

- Black cat jumped over the box. (Kara kedi kutunun üzerinden atladı)


Daha yüksek sayılardan/miktarlardan bahsederken…

- I have shared a video on Youtube. It was over 300 comments last I checked. (Youtube’a bir video yükledim. Son kontrol ettiğimde 300’ün üzerinde yorum vardı)

- He spent over fifty dollars for puzzle games. (Yap-boz oyunlarına elli doların üzerinde para harcadı)


Bir şeyin üzerini kapatmak, örtmek söz konusu ise…

- There was a strong hail storm. I ran to put blankets over my car. (Güçlü bir dolu fırtınası vardı. Arabamın üzerine battaniye örtmek için koştum)


On

Nesnenin, üzerinde bulunduğu yere temaslı olması durumunda…

- Can you please put the book on the table. (Kitabı masaya bırakır mısın)

- There are a lot of socks on the bed. (Yatağın üzerinde bir sürü çorap var)

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Come back - Go back

come back / go back farkı

Dönmek anlamına gelseler de birbirinden tamamen farklı 2 eylemi ifade ediyorlar.

Come back: A noktasından B noktasına gidip tekrar A noktasına dönmek.
Go back: A noktasından B noktasına gitmek.

Örnekler:

- Kemal hasn’t came back from the airport and he isn’t answering any of my calls. (Kemal havaalanından geri dönmedi ve aramalarıma cevap vermiyor)

- I have to leave but I will come back in an hour. (Ayrılmam gerekiyor ama 1 saat içinde gönerim)

- You should go back to your village. (Köyüne dönmelisin)

- My daughter is wating at home. I should go back as soon as possible. (Kızım evde bekliyor, en kısa zamanda dönmeliyim)

30 Nisan 2021 Cuma

If - Whether farkı

Aynı anlamda kullanım

Cevabı evet veya hayır olan dolaylı sorular
(indirect question) sorulduğunda, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi if ve whether birbirlerinin yerine kullanılabilir. Ancak burada whether biraz daha biçimseldir (formal).

- Do you know if they ever worked together? (Birlikte çalışıp çalışmadıklarını biliyor musun?)

- Do you know whether they ever worked together? (Birlikte çalışıp çalışmadıklarını biliyor musun?)

- Do you know if the store is open? (Mağazanın açık olup olmadığını biliyor musunuz?)

- Do you know whether the store is open? (Mağazanın açık olup olmadığını biliyor musunuz?)


Farklı Anlamlarda kullanım

Şartlı (conditional) cümlelerde if,
ortada iki seçeneğin olduğu durumlarda whether kullanıyoruz.

- If you do your homework, you can go outside with the skateboard. (Ev ödevini yaptıysan kaykayla dışarı çıkabileceksin)

- If I can do it, you can too. (Eğer bunu ben yapabiliyorsam, sen de yaparsın) 

- I don't know whether to laugh or cry. (Ağlamsam mı, gülsem mi bilmiyorum)

- I wonder whether our thoughts are mutual. (Düşüncelerimizin karşılıklı olup olmadığını merak ediyorum)

19 Nisan 2021 Pazartesi

İngilizcede "ağzındaki baklayı çıkarmak"

Tam karşılığı fasulyeleri saçmak/dökmek olsa da Türkçedeki "ağzındaki baklayı çıkarmak" "dökülmek" deyimlerinin karşılığıdır: Spill the beans

- I'm going to spill the beans and tell them I love Selin. (Ağzımdaki baklayı çıkarıp Selin'i sevdiğimi söyleyeceğim)

- Did he spill the beans and talk about what happens behind closed doors. (Kapalı kapılar ardında olup bitenleri döküldü mü?) 

14 Nisan 2021 Çarşamba

Some / Any kullanımı

Bazı, biraz anlamındaki bu iki sözcük sayılamayan isimlerle ve sayılabilen çoğul isimlerle birlikte kullanılır.
(Uncountable nouns – plural countable nouns)


'Some' olumlu cümlelerde, 'Any' olumsuz ve soru cümlelerinde kullanılır.


Some

Olumlu cümlelerde bazı, biraz anlamında kullanım:

- I want some water. (Biraz su istiyorum) water sayılamayan isim

- You can take some paper in my bag. (Çantamdan biraz kağıt alabilirsin) burada paper çoğul anlamdadır

- Selin bought some flowers for her birthday. (Selin doğum günü için biraz çiçek satın aldı)


Soru olmasına rağmen teklif veya istek cümlelerinde de some kullanılır:

- Would you like some cake? (Kek ister misin?)

- May I have some extra sugar please? (Biraz fazladan şeker alabilir miyim?)


Some sözcüğünün yukarıdaki bilindik anlamı dışında, yaklaşık, aşağı yukarı anlamında kullanıldığı da olur.

- I saw this kind of movies some 10 years ago. (Bu tür filmleri yaklaşık 20 yıl önce izledim)

- She has some 500 followers on Twitter. (Twitter’de 500 kadar takipçisi var)



Any

Olumsuz veya soru cümlelerinde any kullanımı:

- My son doesn’t have any friends at school. (Oğlumun okulda hiç arkadaşı yok)

- Do you have any pets? (Hiç evcil hayvanın var mı?)

- Does he have any money to buy computer? (Bilgisayar almak için hiç parası var mı?)


- I don’t have any car. DİYEMEYİZ. Çünkü bu örnekte ‘car’ tekil bir isim (singular)
Bunun yerine;
- I don't have a car. denebilir.   



Any / No

Bazen there ile başlayan olumsuz cümlelerde any’ yerine ‘nokullanıldığı da olur. Bu durumda anlam değişmez.

- There aren’t any cats on the street. (Sokakta hiç kedi yok)

- There are no cats on the street. (Sokakta hiç kedi yok)





10 Nisan 2021 Cumartesi

Be / Being farkı - kullanımı


Be / Being

'Olmak' fiilinin şimdiki zaman kipinde kullanımı.

- He is rude. (O kabadır) Hep kabadır. Kişiliği böyledir.

- He is being rude. (O çok kaba oluyor) Her zaman böyle değildir ama şimdi kabalaşıyor)



- You are lazy. (Tembelsin) Her zaman tembelsin

- You are being lazy. (Tembelleşiyorsun) Normalde tembel değilsin ama tembellik ediyorsun



- Nihat is stupid. (Nihat aptaldır) Hep aptaldır, kişiliği böyledir

- Nihat is being stupid.
(Nihat aptalca davranıyor) Şu an için aptal



- I’m happy. (Mutluyum)

- I’m being happy when I go to the gym. (Spora gittiğimde mutlu oluyorum)



- I was being emotional when I visited my grandma. (Büyükannemi ziyaret ettiğimde duygusallaşıyordum)


- She is being patient for all this time with someone like him. (Bunca yıldır onun gibi birine sabırlı davranıyor)

25 Mart 2021 Perşembe

How about / What about farkı

How about... / What about... Yakın anlamdaki bu iki ifade arasındaki farklar ve kullanımı:


How about

Daha çok, karşı tarafa bir öneride bulunurken, bir seçenek sunarken kullanırız. Sonrasında genellikle fiil gelir.

- How about we go to the park? (Parka gitmeye ne dersin?)

- How about making your own album art? (Kendi albüm kapağınızı yapmaya ne dersiniz?)

- We have done the homework. How about watching a few episodes of the Rafadan Tayfa? (Ödevlerimizi yaptık. Rafadan Tayfa’dan bir kaç bölüm izlemeye ne dersin?)



What about

Bir olası sorundan, sakıncadan bahsederken veya bir itiraz, olumsuz nokta belirtirken. Devamında çoğunlukla isim veya edat gelir.

- My computer has broken. I had important documents in it. But what about the cost of recovery the data. (Bilgisayarım bozuldu. İçinde önemli belgelerim vardı. Peki ya verileri kurtarmanın maliyeti ne olacak?)

- We have adapted to the C19 pandemic. What about children who cannot go to school. (Biz salgın hastalığa uyum sağladık, peki ya okula gidemeyen çocuklar.

- We will go to the picnic at weekend. But what about the exams on Monday? (Hafta sonu pikniğe gideceğiz. Peki ya pazartesi günkü sınavlar?)



"Ya sen?" anlamında How about / What about

Her ikisi de kullanılabilir.

- I live in Ankara. How about you? (Ben Ankara’da yaşıyorum. Ya sen?) Sen nerede yaşıyorsun?

- I live in Ankara. What about you? (Ben Ankara’da yaşıyorum. Ya sen?) Sen nerede yaşıyorsun?



- Daffodils make me happy. How about you? (Nergis çiçekleri beni mutlu ediyor. Peki ya seni?)

- Daffodils make me happy. What about you? (Nergis çiçekleri beni mutlu ediyor. Peki ya seni?)

7 Mart 2021 Pazar

İngilizcede Of kullanımı

Sahiplik durumu (possession) belirtilirken of edatı veya ‘s takısı kullanılıyor. Hangi durumda hangisini tercih etmeliyiz?

Cansız varlıkların sahiplik durumundan bahsediliyorsa of edatı kullanılıyor.

- The wall of the garden is very high. (Bahçenin duvarı çok yüksek)

- The color of the pencil is black. (Kalemin rengi siyah)

- The pencil’s color is black. Yanlış


Canlı varlıklar (insanlar-hayvanlar), ülkeler, organizasyonların sahiplik durumlarından bahsedilirken ‘s takısı tercih ediliyor.

- My daugther's cat is lost. (Kızımın kedisi kayıp)

- The horse’s tail was so beautiful. (Atın kuyruğu çok güzeldi)

- Turkey’s most populous city is Istanbul. (Türkiye’nin en kalabalık şehri Istanbul’dur)





Miktar, sayı (quantity) belirtirken kullanılan a lot of, a couple of, a number of, a majority of, a minority of gibi ifadelerde:

- I read your letter a lot of times. (Mektubunu pek çok kez okudum)

- I saw her a couple of years ago at Ulus. (Onu bir kaç yıl önce Ulus’da gördüm)

- A majority of the schools tried to stay open all this year during Covid pandemic. (Okulların çoğu bu yıl covid salgını sırasında açık kalmaya çalıştı)

- We just need a number of friends we can be certain. (Güvenebileceğimiz birkaç arkadaşa ihtiyacımız var)



Yine miktar, sayı belirtirken kullanılan, some, both, many, much, several, all, almost gibi ifadelerde bağlama göre kullanılır ya da kullanılmaz.
Örnek:

- Almost all students hate exam. (Neredeyse öğrencilerin hepsi sınavlardan nefret eder)
Genelleme yapılmış, neredeyse dünyadaki tüm öğrenciler.

- Almost all of our students hate exam. (Öğrencilerimizin neredeyse hepsi sınavlardan nefret ediyor)
Belirli bir öğrenci grubundan bahsediliyor. Bizim okuldaki öğrenciler, ya da bizim ülkemizdeki öğrenciler.





14 Şubat 2021 Pazar

Take off ifadesinin anlamları

Take off

Uçağın yerden kalkması, havalanması.

- Our plane about to take off. (Uçağımız havalanmak üzere)


Birdenbire popüler olmak veya bir başarı elde etmek.

- Music career took off after his last song. (Müzik kariyeri son şarkısının ardından tırmanışa geçti, fırladı)


Bir şeyi -yerinden, üzerinden- çıkarmak. (Bir giysi, ayakkabı veya eşyayı)

- I usually forget to take off my barret for food. (Yemek yerken beremi çıkarmayı unuturum)

- It will be hard to take off the red nail polish stain on the sofa. (Kanepedeki kırmızı oje lekesini çıkarmak zor olacak)

- Could I take off my shoes? (Ayakkabılarımı çıkarabilir miyim?)


Bir yeri aniden terk etmek. (Genellikle aniden)

- Sorry, I need to take off. (Üzgünüm, hemen ayrılmam gerekiyor)

7 Şubat 2021 Pazar

Personal / Personnel farkı

Kişi, birey anlamındaki 'person' sözcüğünden türeyen iki İngilizce kelime: Personal / Personnel 

Personal
Kişisel, şahsi, özel...

- Unfortunately due to personal reasons I can’t come back to the company. (Maalesef kişisel nedenlerden dolayı şirkete geri dönemem)


Personnel
Eleman, çalışan, personel...

- Due to the winter storm, classes will be held remotely on Friday. Essential personnel will continue to come to campus. (Kar fırtınasından dolayı Cuma günü dersler uzaktan yapılacaktır. Gerekli çalışanlar okula gelmeye devam edecek)

19 Ocak 2021 Salı

Do - Make farkı

do coffee? make coffee?

'Yapmak' anlamındaki Do / Make fiilleriyle ifade edilen eylemlerden bazıları:

Do /did /done

to do something (bir şey yapmak)

to do homework (ev ödevi yapmak)

- I have done my homework.
(Ev ödevimi yaptım)

to do a test (bir test yapmak)

to do an exam (bir sınav yapmak)

to do exercise (alıştırma-idman yapmak)

to do research (araştırma yapmak)

to do a project (bir proje yapmak)

to do business (iş yapmak)

to do work (iş yapmak)

to do damage / to do harm (zarar vermek)

to do a favour (iyilik yapmak)

- I have done favour for people who can do nothing for me.
(Benim için hiç bir şey yapmayan insanlara iyilik yaptım)

to do an assignment (bir atama yapmak)

to do badly (kötü yapmak)

to do good (iyi yapmak)

to do some reading (bazı okumalar yapmak)

to do some writing (biraz yazı işi yapmak)

- I’m in the mood to do some writing today.
(Biraz yazma havasındayım bugün)

to do the accounts (hesap yapmak)

to do the shopping (alışveriş yapmak)

to do the cleaning (temizlik yapmak)

to do housework (ev işi yapmak)

to do the dishes (bulaşık yıkamak)

- As soon as she got home, she would do the dishes.
(Eve gider gitmez bulaşıkları yıkardı)

to do the ironing (ütü yapmak)

to do the laundry (çamaşır yıkamak)

to do 90 kilometers per hour (saatte 90 km hız yapmak)

- If you do 100 per hour in the city center, you will be fined.
(Şehir merkezinde 100 km kız yaparsanız ceza yersiniz)

to do the paperwork (evrak işi yapmak)

to do your duty (görevini yapmak)

to do your hair (saçını yapmak)

- I used to do hair everyday of the week.
(Haftanın her günü saçlarımı yapardım)

to do your makeup (makyaj yapmak)

to do your best (elinden gelenin en iyisini yapmak)

- We did our best but we lost the contest.
(Elimizden geleni yaptık ama yarışmayı kaybettik) 





Make / made / made

to make someone happy (birini mutlu etmek)

To make someone sad (birini üzmek)

to make someone angry (birini kızdırmak)

to make a mistake (hata yapmak)

- We made a mistake on our experiment.
(Deneyimizde bir hata yaptık)

to make a choise (bir seçim yapmak)

- You have to make a choise.
(Bir seçim yapman gerekiyor)

to make a bundle (deste yapmak)

to make a cake (kek yapmak) 

to make tea / coffee (çay / kahve yapmak) 

to make a comment (bir yorum yapmak)

to make a deal (anlaşma yapmak)

- Let’s make a deal, I will cook if you wash the dishes.
(Bir anlaşma yapalım, bulaşıkları yıkarsan yemeği ben pişiririm)

to make a compromise (uzlaşma-anlaşma)

to make a decision (karar vermek-karara varmak)

to make a difference (fark yaratmak)

- This project has made a difference to the lives of millions of students.
(Bu proje milyonlarca öğrencinin hayatında bir fark yarattı)

to make a complaint (şikayet etme-yakınma)

to make a profit (kâr elde etmek)

to make a fortune (servet yapmak)

to make a habit (alışkanlık yapmak)

to make a move (harekete geçmek)

- I hope you make a move about it someday.
(Umarım bir gün bu konuda harekete geçersiniz)

to make a phone call (bir telefon araması yapmak)

to make a presentation (sunum yapmak)

to make a promise (hata yapmak)

to make a remark (uyarı yapmak)

to make an appointment (randevu almak)

to make a reservation (yer ayırtmak)

to make a booking (yer ayırtmak – rezervasyon)

- Get one night free at our hotel when you make a booking from Mondays to Fridays.
(Pazartesiden Cumaya rezervasyon yaptığınıda otelimizde bir gece konaklama bedava)

to make a visit (bir ziyaret yapmak)

to make a sound (ses yapmak – çıkarmak)

to make a speech (konuşma yapmak)

- I’m going to make a speech at the meeting.
(Toplantıda bir konuşma yapacağım)

to make a suggestion (bir öneride bulunmak)

to make a threat (tehdit etmek)

to make an attempt (girişimde bulunmak)

to make an enquiry (soruşturma-araştırma yapmak)

to make an exception (bir istisna yapmak)

to make an excuse (bir bahane üretmek)

to make an offer (bir teklif yapmak)
- They could make an offer for me in the summer. (Yazın bana bir teklifte bulunabilirler)

to make arrangements (düzenlemeler yapmak)

to make friends (arkadaş yapmak-edinmek)

to make changes (değişiklik yapmak)

- I want to make changes to the garden for summer.
(Yaz için bahçede değişiklikler yapmak istiyorum)

to make corrections (düzeltmeler yapmak)

to make peace (barışmak)

to make love (sevişmek)

to make money (para yapmak /kazanmak)
- A lot of us just want to make money and enjoy life. (Pek çoğumuz sadece para kazanmak ve hayattan zevk almak ister)

to make noise (gürültü yapmak)

to make plans (plan yapmak)

to make progress (ilerleme kaydetmek)

- "If we think of everything we have to do, we feel overwhelmed. If we do the one thing we need to do, we make progress." Simon Sinek

(Yapmamız gereken her şeyi düşünürsek bunalmış hissederiz. Yapmamız gereken tek şeyi düşünürsek ilerleme kaydederiz)

to make sense (anlamlı – mantıklı olmak)

to make time (zaman ayırmak)

- Never force someone to make time for you.
(Size zaman ayırması için kimseyi zorlamayın)

to make trouble (sorun çıkarmak)

to make dinner / lunch / breakfast (akşam yemeği / öğle yemeği / kahvaltı hazırlamak)

to make sure (emin olmak)

to make a mess (ortalığı dağıtmak)

to make the bed (yatağı yapmak-düzeltmek)

to make war (savaş yapmak)