28 Aralık 2022 Çarşamba

İngilizcede katlanmak - tahammül etmek

- I've had to put up with your complaints for years. (Yıllarca sızlanmalarına katlanmak zorunda kaldım)

- I am a proud person and will not put up with a tyrannical boss.
(Ben onurlu bir insanım ve zalim bir patrona katlanmayacağım)

- They would rather put up with the problems than give it up. (Sorunları bırakmaktansa onlara katlanmayı tercih ediyorlar)

- Why do you put up with your friends being mean to you? (Arkadaşlarının sana kaba davranmalarına neden katlanıyorsun?)

- We could never work in Istanbul. We wouldn’t be able to put up with the traffic.
(İstanbul’da asla çalışamayız. Trafiğe katlanamazdık)

- I can’t believe we’ve put up with each other for this long. (Birbirimize bu kadar uzun süre tahammül ettiğimize inanamıyorum)


Put up with: Birisine veya bir şeye katlanmak, tahammül etmek anlamında phrasal verb.

19 Aralık 2022 Pazartesi

ingilizce diken üstünde olmak

- I am on pins and needles as I wait for my exam results all day. (Bütün gün sınav sonuçlarımı beklerken diken üstündeydim)

- I was on pins and needles until I heard that her train had arrived to Ankara safely.
(Treninin sağ salim Ankara'ya vardığından emin olana kadar diken üstündeydim)⠀ 
 
- Students are on pins and needles about a possible snowy day. (Öğrenciler karlı bir gün ihtimaline karşı diken üzerindeler) Endişeyle veya 'umutla' bekliyorlar.

- We're at work and were on pins and needles watching that World Cup Final. It was exciting.(İşyerinde Dnya Kupası Finalini izlerken diken üzerindeydik. Çok heyecanlıydı)

- My sister was on pins and needles waiting to hear if she was accepted. Fine arts college was her dream school.
(Kız kardeşim kabul edildiğini duyana kadar diken üzerinde bekledi. Güzel sanatlar koleji onun rüyasını süslüyordu)

- I'm sure everyone is on pins and needles to hear what our boss has to say about the annual leave.
(Eminin herkes patronumuzun yıllık izinler hakkında söyleyeceklerini duymak için heyecanla bekliyordur)

On pins and needles: Gergin ve endişeli bekleyiş, diken üzerinde olmak anlamlarında İngilizce deyim.

7 Aralık 2022 Çarşamba

İngilizcede KISA KESMEK - LAFI UZATMAMAK deyimi

İngilizcede; kısa kes, lafı uzatma, sadede gel

- I will cut to the chase. Why didn't you come to talk to team yesterday?
(Kısa keseceğim. Neden dün, takımla konuşmak için gelmedin?)

- What are you trying to say? We are really busy, so could you just cut to the chase?
(Ne söylemeye çalışıyorsun. Gerçekten çok meşgulüz bu yüzden hemen sadede gelebilir misin?)

- Let’s cut to the chase and talk about how you can make better Newspaper's sports page.
(Lafı uzatmayalım ve gazetenin spor sayfasını nasıl daha iyi hale getirebileceğimizi konuşalım)

- I don't have enough time, so I'm going to cut to the chase. (Fazla vaktim yok o yüzden lafı uzatmayacağım)

- Can we cut to the chase and go straight to the school please?
(Lafı uzatmadan doğruca okula gidebilir miyiz lütfen?)

- If you have been around here for long, you know I cut to the chase!
(Uzun zamandır buralardaysan, lafı uzatmadığımı bilirsin)

Cut to the chase:

Lafı fazla uzatmamak, kısa kesmek, lafı uzatmadan sadede gelmek gibi anlamları olan İngilizce deyim.

5 Aralık 2022 Pazartesi

Check - Control FARKI

İngilizcede 'Check' ve 'Control' fiilleri arasındaki farklar, örnek kullanımlar: 

- The policeman can control the traffic but cannot check the air in your tire.

   
   (Polis memuru trafiği kontrol edebilir ancak lastiğinizin havasını kontrol edemez)


Check:

Bir şeyin doğru/eksik olup olmadığını denetlemek, incelemek anlamlarında.
Örneğin; bir yapılacaklar listesini, sınav kağıdını veya otomobilin hava lastiğini, yağını, suyunu incelerken "check" fiili kullanılmalı.


- I will check the washing machine to see if it’s working. (Çalışıp çalışmadığını görmek için çamaşır makinesini kontrol edeceğim)

- Did you check answer to each question? (Her sorunun cevabını kontrol ettin mi?)

- If you purchased a theater ticket online, check your e-mail for all the details.
(Eğer internetten bir tiyatro bileti aldıysan, detaylar için e-posta kutunu kontrol et)


Control:

Bir şeyin üzerinde hakimiyet kurmak için onu yönetmek veya yönlendirmek anlamındadır. Örneğin; insan davranışlarını, trafiği, ekonomiyi veya bir otomobili yönetirken "control" fiili kullanılır.

- He was very drunk. He couldn’t control the car and it crashed. (Çok sarhoştu. Arabayı kontrol edemedi ve çarptı)

- You must learn to control your temper. (Öfkeni kontrol etmeyi öğrenmelisin)

- Technology should supposed to free us, not to control us. (Teknolojinin bizi kontrol etmesi değil, özgürleştirmesi gerekiyor.)

22 Kasım 2022 Salı

Midesi kaldırmamak - Sindirememek

- I can't stomach the idea of working on the weekend. (Hafta sonu çalışma fikrini içime sindiremiyorum)

- I cannot stomach her image or voice. She makes me feel sick. (Onun sesine veya görüntüsüne katlanamıyorum. Beni hasta ediyor.)

- Perhaps if you can’t stomach criticism then here is not the place for you. (Eleştiriyi sindiremiyorsanız belki de burası size göre bir yer değildir)

- I cannot stomach watching any horror movies anymore. Artık herhangi bir korku filmini izlemeyi midem kaldırmıyor)  

Cannot stomach someone/something:

Midesi kaldırmamak, katlanamamak, kabullenememek, birisinden veya bir şeyden çok fazla hoşlanmamak, bir şeyi veya birisini sindirememek gibi anlamları olan İngilizce deyim.

21 Kasım 2022 Pazartesi

ingilizcede Şapka Çıkarmak

- I haven't been able to exercise lately. My hat is off to everyone who does this regularly.
(Son zamanlarda spor yapamadım. Bunu düzenli olarak yapan herkese şapka çıkarıyorum) Düzenli spor yapan herkese saygı duyuyorum, hayranım.

- My hat is off to you. Well done! (Şapka çıkarıyorum. Aferin!)

- My hat is off to the Genclerbirligi Football Team for their victory last night.
(Geçen gece kazandıkları zafer için Gençlerbirliği’ne şapka çıkarıyorum)

- Bravo! You really know how to grow a garden. My hat is off to you. Good job.
(Bravo! Bahçe işlerinden gerçekten anlıyorsun. İyi iş.

- My hat is off to her for speaking the brutal truth about our sales at the meeting.
(Toplantıda satışlarımızla ilgili acı gerçeği söylediği için ona şapka çıkarıyorum)

My hat is off to (someone): Şapka çıkarmak, önünde eğilmek. Yani, yaptıklarına saygı duymak ve hayran olmak anlamlarına gelen İngilizce bir deyim.

9 Kasım 2022 Çarşamba

If I was - If I were farkı

"If I was" ve "If I were" şartlı ifadeleri arasındaki farklar, benzerlikler. Conditional Clauses

IF I WERE...

"If I were…” 
kalıbı, gerçek olması pek mümkün olmayan, hayali durumlarda kullanılır.

- If I were a dog, I would be a Rottweiler. (Bir köpek olsaydım bir Rottweiler olmak isterdim) Ama bir köpek olmam mümkün değil.

- Very good price! I'd buy it, if I were you. (Çok iyi fiyat! Yerinde olsam satın alırdım) "If I were you..." (yerinde olsam...) İngilizcede çok yaygın bir ifadedir. Birine tavsiyede bulunurken, akıl verirken kullanılır.

- If I were rich, I'd feed every stray cat on the street. (Zengin olsam, sokaktaki tüm kedileri beslerdim) Zengin değilim, sadece bunu hayal ediyorum.

- If I were Englishwoman, I'd probably live in Bristol. ( İngiliz kadını olsaydım, muhtemelen Bristol’de yaşardım)


IF I WAS...

“If I was…” kalıbı geçmişte olması mümkün durumlardan bahsederken kullanılıyor. Genellikle bir pişmanlığı dile getirirken veya özür dilerken bu şartlı yapı kullanılır.

- I always apologize if I was wrong or very rude. (Hatalıysam veya çok kabaysam her zaman özür dilerim)

- My boss always yelled at me if I was late to work. (İşe geç kalmışsam patronum bana hep bağırırdı) Gerçekten bazen işe geç kaldığı anlaşılıyor. Yani böyle bir olasılık hep var.

- I am sorry, if I was made any mistake in this article. (Bu yazıda herhangi bir hata yapmışsam, özür dilerim) Hatalı bir şey yazmış olma ihtimali hep vardır.

- Sorry if I was offline, I’ve been really busy with kids lately. (Çevrimdışı idiysem üzgünüm, son zamanlarda gerçekten çocuklarla çok meşgulüm)

Buna rağmen, ana dili İngilizce olan konuşmacılar bazen hayali durumlarda bile söze "If I were..." yerine  “If I was…” kalıbıyla başlayabilir.

- If I was a doctor, I'd be more interested in the patient than the disease. (Doktor olsaydım, hastalıktan çok hastayla ilgilenirdim.)

Bu örnekte dilbilgisine uygun yazım “If I were a doctor…” şeklinde olmalıydı, ancak yanlış kullanım teklifsiz – resmi olmayan konuşmalarda yaygın olarak görülür.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Kağıt Üzerinde İyi Görünüyor - İngilizce

- They new plan looks good on paper. (Yeni planları kağıt üzerinde iyi görünüyor)

- Our company has many projects. They all look good on paper but some have many problems. (Şirketimizin pek çok projesi var. Hepsi de kağıt üzerinde iyi görünüyor ancak bazılarının sorunları var)

- Cutting 60% of your budget may look good on paper intially, but it means a rapid decline in the quality of your product.
(Bütçenin yüzde 60'ını kesmek başlangıçta kağıt üzerinde iyi görünebilir, ancak bu, ürününüzün kalitesinde hızlı bir düşüş anlamına gelir)

- The tournament draw was made. All the matchups that look good on paper. (Turnuvanın kuraları çekildi. Eşleşmeler kağıt üzerinde iyi görünüyor)

- Your ideals may look good on paper, but the reality is something else. (Hayallerin kağıt üzerinde iyi görünebilir fakat gerçeklik başka bir şeydir)

- Proffesor explains why models that look good on paper are not guaranteed to work well in production.
(Profesör, kağıt üzerinde iyi görünen modellerin neden üretimde iyi çalışacağının garanti edilmediğini açıklıyor)


To look good on paper: İyi bir fikir veya plan gibi görünmesine rağmen muhtemelen iyi bir fikir veya plan değil.

27 Ekim 2022 Perşembe

They – Them farkı

They kişi zamiridir (subject pronoun). Türkçedeki kişi (şahıs) zamiri ile aynı.

Them nesne zamiridir (object pronoun). Türkçede, nesne zamiri yerine işaret zamiri vardır.

Subject pronouns: I, You, We, They, He, She, It

Kişi zamirleri genellikle cümlelerin başında bulunur. Özne yerine geçen sözcüklerdir.

Object pronouns: Me, You, Us, Them, Him, Her, It

Nesne zamirleri genellikle cümlenin sonunda bulunur. Nesne yerine geçen sözcüklerdir. Özneye kimi, kime, neyi soruları sorulduğunda alınan cevaptır.

İngilizce cümlelerin yapısı çoğunlukla SVO olarak bilinen özne + fiil + nesne sıralamasındadır. SVO; Subject, Verb, Object kelimelerinin baş harfleri.

- She visited them. (O, onları ziyaret etti)

Bu cümlede 'I', özne yerine kullanılan kişi zamiri, 'them' ise nesne yerine kullanılan nesne zamiridir.

- They visited me. (Onlar beni ziyaret etti)

Bu cümlede 'they', özne yerine kullanılmış bir kişi zamiri;

'me' ise nesne yerine kullanılmış bir nesne zamiridir.

- We opened all messages. Tuncay and I will answer them afternoon. (Bütün mesajları açtık. Tuncay ve ben onları öğleden sonra cevaplayacağız. Altı çizili ifadeler SVO şeklindeki cümle yapısını gösteriyor.

- I called them. They called me. (Ben onları aradım. Onlar beni aradı)

- Did they see you or did you see them? (Onlar mı seni gördü, yoksa sen mi onları gördün?)

16 Ekim 2022 Pazar

İngilizce revaçta - deyim

- I think it’ll be all the rage in the next year. (Bence bu gelecek yıl revaçta olacak) …gelecek yıl moda olacak.

- When I was in middle school, table tennis was all the rage. (Ben orta okuldayken masa tenisi çok popülerdi)

- Have you ever eaten the walnut sandwich? It is all the rage right now. (Hiç cevizli sandeviç yedin mi? Şu an çok revaçta.)

- That song was all the rage last summer. (O şarkı geçen yaz popülerdi)

- I watched a film that is all the rage in Ankara these days. (Şu sıralar Ankara’da revaçta olan bir film izledim.)

- Do you really want to wear this hat that were all the rage in mid-19th century? (19. Yüzyılın ortalarında moda olan bir şapkayı takmayı gerçekten istiyor musun?)

Be all the rage:

Revaçta olmak. Bir şeyin moda olması, popüler olması.

5 Ekim 2022 Çarşamba

İngilizce Geç Olsun Güç Olmasın

- We would have been spared a lot of trouble if they would have realized this earlier, but better late than never. (Bunu daha önce fark etmiş olsalardı, birçok sorundan kurtulmuş olurduk, ama geç olsun, güç olmasın.)

- He finally shipped my package. Better late than never. (Sonunda paketimi kargoladı. Geç olsun da güç olmasın.) Paketi hiç göndermemesinden iyidir.

- I know we are late to the party, but better late than never, right? (Partiye geç kaldığımızı biliyorum fakat geç olması hiç olmamasından iyidir, değil mi?) 

- Time off request got approved 2 days before I'm supposed to leave. I guess better late than never. (İzin isteğim ayrılmam gereken zamandan 2 gün önce onaylandı. Sanırım geç olması, hiç olmamasından iyidir.)


better late than never

Bir şeyi geç yapmak veya tamamlamak, hiç yapmamaktan daha iyidir. Bir eylemin geç de olsa yapılması, hiç yapılmamasından iyidir.

Bu ifade Türkçedeki “Geç olsun güç olmasın” deyimine benzetilebilir.”
"better late than never", İngilizcede daha çok alaycı veya sitemkar bir tepki ifadesi olarak karşımıza çıkar.

23 Eylül 2022 Cuma

Günaşırı - haftaaşırı İngilizcesi

 - You need to take your pills every other day. (İlaçlarını günaşırı alman gerekiyor) İki günde bir ilaç 

- Remember, we release new episodes every other Monday, at 10 pm.
(Unutma, yeni bölümleri iki haftada bir Pazartesi günü saat 10'da yayınlıyoruz)

- Before I became a manager, I was able to earn a bonus every other month
(Müdür olmadan önce iki ayda bir ikramiye kazanabiliyordum) Bir ay arayla ikramiye

- They will meet every other week, so the next meeting will be on October 23th.
(Bir hafta arayla buluşacaklar, dolayısıyla sonraki buluşma 23 Ekimde)

- Can you explain to me how the company make losses every other year?
(Bana şirketin iki yılda bir nasıl zarar ettiğini açıklayabilir misin?)


Every other: 'Her ikincisinde' anlamındaki deyim. Devamında gün, hafta, ay vb. getirilebilir.

Every other day: Her ikinci gün, günaşırı, bir gün arayla, iki günde bir.

Every other week: Her ikinci hafta, bir hafta arayla, iki haftada bir.

Every other month: Her ikinci ay. Bir ay arayla, İki ayda bir.

Every other year: Her ikinci yıl. Bir yıl arayla. İkinci yılda bir.

Every other Friday: Her ikinci Cuma. Bir Cuma arayla. İki Cumada bir.

13 Eylül 2022 Salı

İngilizcede Şimdilik

- Our jobs is done for now. (İşlerimiz şimdilik bitti)

- They'll just do their work inside the attic for now. (Şimdilik işlerini tavan arasında yapacaklar)

- You don’t need to worry about it for now. (Şimdilik onun hakkında endişelenmene gerek yok.)

- For now, we have no plan for weekend. (Şimdilik hafta sonu için bir planımız yok)

- I’m busy. Could you wait outside for now? (Meşgulüm. Şimdilik dışarıda bekleyebilir misin?)

For now: Kalıcı değil, geçici olarak.


- I want to live in Ankara for good. (Hep Ankara'da yaşamak istiyorum) Sonsuza kadar Ankara'da...

- Many people suffered financially and small businesses closed their doors for good.
(Pek çok insan mali açıdan çok zorluk çekti küçük işletmeler kapılarını tamamen kapattı)

- His Facebook account is banned and gone for good. (Facebook hesabı kapatıldı ve sonsuza kadar gitti)

For good: Kalıcı olarak ve daima, tamamen anlamında. 'For now' (şimdilik) ifadesinin tam zıddı.

6 Ağustos 2022 Cumartesi

İngilizcede birini bilgilendirmemek - karartma uygulamak

- Our boss is keeping us in the dark about the company's plans. (Patronumuz şirketin planları hakkında bizi bilgilendirmiyor)

- The doctor kept me in the dark for over 2 months about my disease. (Doktor 2 aydan fazla bir süredir hastalığım hakkında bana bilgi vermiyor)

- Can you tell me why you keep her in the dark? (Ona neden karartma uyguladığını bana söyleyebilir misin?)

- They want to keep you in the dark while they continue to lie. They don’t care about you! (Yalanlarına devam ederek seni karanlıkta tutmak - bilgisiz bırakmak- istiyorlar. Seni umursamıyorlar!)

To keep someone in the dark

Bilgilendirmemek, haber vermemek, bilgi vermemek. Birisini olup bitenler, gerçekler veya planlar hakkında kasıtlı olarak bilgilendirmemek, haberdar etmemek anlamlarına gelen bir deyim. Karartma uygulamak, karanlıkta tutmak.

17 Temmuz 2022 Pazar

İngilizcede rekor kırmak

- They are going to try to break a record. (Rekor kırmayı deneyecekler)

- In order to break a record, I must reach 300 in the number of daily visitors. (Rekor kırmam için günlük ziyaretçi sayısında 300’e ulaşmam gerekiyor)

- I may have broken a record for the most snoozes ever on my alarm this morning. (Bu sabah alarmımı erteleme rekoru kırmış olabilirim)

- Young Turkish swimmer Merve Tuncel broke her own record and won a gold medal. (Genç Türk yüzücü Merve Tuncel kendi rekorunu kırdı ve altın madalya kazandı)

- Home prices broke a record in 2021 with a 16% increase. (2021 yılında yüzde 16 artışla konut fiyatları rekor kırdı)

To break a record:

Yarışmalarda veya spor karşılaşmalarında bugüne kadar yapılmış en iyi dereceyi elde etmek. Rekor kırmak. Her alanda iyi veya kötü anlamda kullanılabilir. Bir şeyde (fiyatta, sıcaklıkta, sayıda vs). en düşük seviyeyi görmek de rekor kırmak olarak tanımlanabilir. 

12 Temmuz 2022 Salı

Customer - Client farkı

Müşteri anlamındaki 'customer' ve 'client' sözcüklerinin kullanımı.

Customer, bir ürün satın alan kişidir. Bir markette, pazarda, lokantada vb yerlerde alışveriş için bulunan kişi customer diye tanımlanır. Banka müşterileri için de customer kullanılır.

- There are no customers in the store now. (Dükkanda şuan hiç müşteri yok)

- They sell snails at fancy restaurants because their customers don't like beans. (Müşterileri fasülye sevmediği için lüks lokantalarda salyangoz satıyorlar)

- Customers react as Falanca Bank introduces stamp duty. (Falanca Bank'ın damga vergisi getirmesine müşteriler tepki gösterdi)


Client, bir hizmet satın alan kişidir. Bir avukattan, muhasebeciden veya danışmanlık şirketinden hizmet alan kişi client olarak tanımlanabilir. 

Doktorlar ve öğretmenler bu kapsamın dışındadır. Bir doktordan hizmet alan kişi her zaman hasta (patient) olarak ifade edilir.

Ayrıca, bir ana bilgisayara bağlı diğer bilgisayarlar da 'client' olarak adlandırılır.  

- Life coaches always remember their clients' birthdays. (Yaşam koçları müşterilerinin doğum günlerini daima hatırlar)

- As a lawyer, one of the ways to acquire new clients is to have an online presence. E.g. Twitter.
(Bir avukat olaraki yeni müvekkiller edinmenin yollarından birisi çevrimiçi bir varlığa sahip olmaktır. Örneğin Twitter)

4 Temmuz 2022 Pazartesi

İngilizcede çetin ceviz

- Brasil was a hard nut to crack but our volleyball team won the match.
(Brezilya çetin cevizdi ama voleybol takımımız maçı kazandı)

- Many infectious diseases are still circulating in parts of the world. That's a hard nut to crack, but scientists continue to work on the problem.
(Birçok bulaşıcı hastalık hâlâ dünyanın bazı bölgelerinde dolaşmaktadır. Bu kırılması zor bir ceviz fakat bilim adamları sorun üzerinde çalışmaya devam ediyorlar.

- I think Ankaragucu will be a hard nut to crack for any team this season.
 (Bu sezon Ankaragücü’nün diğer takımlar için çetin bir ceviz olacağını düşünüyorum.)

- She seems like a hard nut to crack. Don’t waste your energy.
(O kız çetin cevize benziyor. Enerjini boşa harcama)

Hard nut to crack:

Kırılması zor ceviz, çetin ceviz, çetin ceviz olma.

Çözülmesi zor konular için veya anlaşılması, mücadele edilmesi zor insanları tanımlamak için kullanılan bir deyim.




25 Haziran 2022 Cumartesi

Olan oldu - ingilizce

- Don’t blame yourself. What's done is done. Looking backwards will cause only pain.
(Kendini suçlama. Olan oldu bir kere. Geriye bakmak sadece acı verir)

- What's done is done. We can't change anything. (Olan oldu. Hiçbir şeyi değiştiremeyiz)

- What’s done is done. What’s gone is gone. Life is always moving on. (Olan oldu. Giden gitti. Hayat devam ediyor)

- I studied very hard and didn’t get the grade I wanted on my exam. I’m upset but what’s done is done. Just looking to the next one now!
(Çok sıkı çalıştım ve sınavdan istediğim notu alamadım. Çok üzgünüm ama olan oldu. Artık bir sonrakine bakıyorum)

- I hate myself for what I've done in the last week. Anyway what's done is done. Now I have to focus on my health and family.
(Geçen hafta yaptıklarım için kendimden nefret ediyorum. Her neyse, olan oldu bir kere. Şimdi sağlığıma ve aileme odaklanmam gerekiyor)

What's done is done:

Yapılan yapıldı. Türkçedeki "olan oldu", "olan olmuş" ifadelerine benzer bir deyim.
Daha çok, geçmişe dönüp olanları değiştirmek mümkün olmadığından, artık "düşünmek, üzülmek anlamsız" demeye getiren bir teselli ifadesi olarak karşımıza çıkar. 

21 Haziran 2022 Salı

Ain't - innit ne demektir?

Ain’t ve innit

- I ain’t ready to say goodbye. (Hoşça kal demek için hazır değilim)

- I’m not ready to say goodbye. (Hoşça kal demek için hazır değilim)

Sadece günlük konuşmalarda (resmi olmayan) konuşmalarda rastlanır. Ancak, özellikle İngiltere'de bu kullanımı alışkanlık haline getirmiş kişinin; cahil, eğitimsiz olarak algılanabileceği söylenir. Yine de pek çok kişi, bazen bir şaka veya vurgu yapacağında ain’t kullanır.

Ain’t: are not / am not / is not yerine kullanılan bir ifade.  

- This ain’t funny at all! (Bu hiç komik değil!)

- This is not funny at all! (Bu hiç komik değil!)

- We ain’t going to help you today. (Bugün sana yardım etmeyeceğiz)

- We ain’t gonna help you today. (Bugün sana yardım etmeyeceğiz)
Genelde, aren’t  yerine ain’t diyen biri, 'going to' yu da 'gonna' yapar.

- We are not going to help you today. (Bugün sana yardım etmeyeceğiz)


Innit

"isn’t it" soru ekinin (question tag) farklı bir şekilde kullanımı.

Yukarıda ain’t için yazılanlar innit için de geçerli.

- The moon is beautiful, innit? (Ay çok güzel, değil mi?)

- The moon is beautiful, isn't it? (Ay çok güzel, değil mi?)

- Today is Monday, isn’t it? Today is Monday, innit? (Bugün Pazartesi, değil mi?)


16 Haziran 2022 Perşembe

İngilizcede tencere dibin kara

- Hande accused her sister of being chatty. The pot calling the kettle black. (Hande, kız kardeşini geveze olmakla suçladı. Tencere dibin kara, seninki benden kara)

- Sometimes it's really weird when one politician is calling out another for lying. The pot calling the kettle black.
(Bir politikacının diğerine yalancı diyerek seslenmesi bazen gerçekten acayip. Tencere dibin kara.)


The pot calling the kettle black:

"Tencere, çaydanlığa kara diyor."

Türkçedeki "Tencere dibin kara, seninki benden kara" deyiminin bir benzeri. Başkalarına yakıştırılan bazı sıfatların, yakıştıran kişide de bulunması durumu.


14 Haziran 2022 Salı

Talk to - talk with farkı

“Ahmet is talking to Mehmet” veya “Ahmet is talking with Mehmet”

(Ahmet, Mehmet’le konuşuyor)

Genellikle
, tek taraflı konuşmalarda yani bir kişi konuştuğunda 'talk to',
daha çok karşılıklı bir konuşma söz konusu olduğunda 'talk with' kullanılması gerektiği söylense de; günlük dilde çoğunlukla her ikisi de birbirlerinin yerine kullanılır. 
Bu durumda, bir diyalog söz konusu olduğundan 'talk to' ve 'talk with' aynı şeyi ifade eder.

- I haven’t talked with anyone in English today. (Bugün kimseyle İngilizce konuşmadım)

- I haven’t talked to anyone in English today. (Bugün kimseyle İngilizce konuşmadım)

- I could sit and talk to you for hours about it. (Seninle oturup saatlerce onun hakkında konuşabilirim)

- I could sit and talk with you for hours about it. (Seninle oturup saatlerce onun hakkında konuşabilirim)

- May I talk to him for a moment? (Onunla biraz konuşabilir miyim?)

- May I talk with him for a moment? (Onunla biraz konuşabilir miyim?)

Say - Tell - Speak - Talk farkı - Örnek cümleler

 

13 Haziran 2022 Pazartesi

İngilizce kafa kafaya vermek

- We have to put our heads together. (Kafa kafaya vermeliyiz)

- Let's all put our heads together to figure out a solution to stop the obesity.
(Hep birlikte kafa kafaya verelim ve obeziteyi durdurmak için bir çözüm bulalım)

- I think if we put our heads together, we can figure out how to get rid of all problems.
(Kafa kafaya verirsek tüm sorunlardan nasıl kurtulacağımızı bulabileceğimizi düşünüyorum)

- We should put our heads together and discuss other ideas?
(Bir araya gelmeli ve diğer fikirleri tartışmalıyız)

- The three of us have put our heads together and come up with an alternative. We will go to Aksaray for vacation this summer.
(Üçümüz kafa kafaya verdik ve bir alternatif bulduk. Bu yaz tatil için Aksaray’a gideceğiz)

- I'm sure we can do better. We just have to put our heads together! (Daha iyisini yapabileceğimize eminim. Sadece kafa kafaya vermemiz gerekiyor!)


Put our heads together

Diğer insanlarla bir konuyu tartışmak, fikir yürütmek veya plan yapmak için bir araya gelmek. Kafa kafaya vermek, kafa yormak.

9 Haziran 2022 Perşembe

Future Perfect Continuous örnek cümleler

Future Perfect Continuous Tense (Future Perfect Progressive):

He will have been working

- Next June, I will have been living in this city for 6 years. (Gelecek haziranda 6 yıldır bu şehirde yaşıyor olacağım)


Geçmişte veya şimdi başlamış bir olayın gelecekteki belli bir zamanda durumunu ifade ederken Future Perfect Continuous Tense kullanılır. Mutlaka by the time, next month, by 12:00 gibi ileri bir zamana veya gelecekteki başka bir olaya atıfta bulunulmalıdır.

Burada yine diğer perfect continuous zamanlarında olduğu gibi olaydan ziyade, sürece vurgu vardır.

- By the time I reach Bursa, I will have been driving for seven hours. (Bursa’ya vardığımda yedi saattir araç kullanıyor olacağım)

- Next month, Filiz will not have been smoking for three years. (Filiz, önümüzdeki ay, 3 yıldır sigara içmiyor olacak)

- How long will you have been waiting here? (Ne kadar zamandır burada bekliyor olacaksın?)

- By 12:00, I will have been waiting here for four hours. (Saat 12 olduğunda dört saattir burada bekliyor olacağım)


Diğer continuous zamanlarda olduğu gibi, Future Perfect Continuous Tense ile love, like, know, realize, hate, believe gibi durum fiilleri kullanılmaz. Bunun yerine söz konusu fiillerde Future Perfect tercih edilmelidir.

- Happy birthday to my best friend. Next week, we will have known each other for 12 years.
(En iyi arkadaşımın doğum günü kutlu olsun. Gelecek hafta, birbirimizi 12 yıldır tanıyor olacağız) Future perfect tense ile

Will have been knowing… YANLIŞ

7 Haziran 2022 Salı

İngilizcede zamana karşı yarışmak

- Conservationists are racing against the clock to save Turkey's critically endangered bald ibis birds.
(Çevreciler Türkiye'nin nesli tehlike altındaki kelaynak kuşlarını kurtarmak için zamana karşı yarışıyor)

Against the clock

Zamana karşı. Yarışmak, çalışmak, savaşmak gibi fiillerle birlikte kullanılan bir deyim.

- I’m racing against the clock to finish the presentation by the weekend.
 (Sunumu hafta sonuna yetiştirmek için zamana karşı yarışıyorum)

- A year ago, I worked against the clock to produce these masks.
(Bir yıl önce bu maskeleri üretmek için zamana karşı çalışmıştım)

- Everyday food couriers work against the clock so that you don’t go hungry.
(Her gün yemek kuryeleri siz aç kalmayasınız diye zamana karşı yarışır.

- If you are racing against the clock to catch the flight, you can trust our drivers.
(Eğer uçağı yakalamak için zamana karşı yarışıyorsanız bizim sürücülerimize güvenebilirsiniz)


Bazı yarışma ve bilgisayar oyunları 'against the clock' biçiminde olabilir. Belirli bir sürede bitirilmesi gereken yarışma/oyun türünü ifade eder. 'Race' fiili ile kullanılır.

- In this game, you race against the clock to collect as many points as you can.
(Bu oyunda mümkün olduğu kadar çok puan toplayabilmek için zamana karşı yarışıyorsunuz)

2 Haziran 2022 Perşembe

İngilizcede kararsız kalmak - arada kalmak

- They are on the fence for who to vote for. (Kime oy verecekleri konusunda karasızlar)

- I was on the fence about them until I saw this video. (Bu videoyu görene kadar onlar hakkında karasızdım)

- If anyone is on the fence about going to the festival, do it! It will be so funny!
- (Eğer festivale gitmekte tereddütü olan varsa, gitsin. Çok eğlenceli olacak.

+ Do you think we should buy this camera? (Bu kamerayı satın almamız gerektiğini mi düşünüyorsun?)
+ I'm totally on the fence. Let’s look some more. (Ben tamamen arada kaldım. Biraz daha bakınalım)

- You can’t stay on the fence forever. You have to choose a side. (Sonsuza dek kararsız olamazsın. Bir tarafı seçmek zorundasın)

To be on the fence:

Bir konuda veya tartışmada arada kalmak, karar verememek, taraf olmamak.


Bazen ‘to sit’ fiili ile birlikte de kullanılır.

- Stop sitting on the fence and be brave for once. (Kararsızlığı bırak ve cesur ol bir kere) 



Sürekli kararsız kalanlar, ortada duranlar için kullanılan benzer bir deyim: fence sitter

- I really like Aziz. He speaks up and is no fence sitter. (Aziz’i gerçekten seviyorum. Konuşuyor ve bir ortayolcu değil) 


ingilizce deyimler

31 Mayıs 2022 Salı

Do you have veya Have you got

Have / Have got farkı
Has / Has got farkı

Sahiplik (possesive)

- We have a plan for tonight. (Bu gece için bir planımız var)

- We have got a plan for tonight. (Bu gece için bir planımız var)

- She has a problem. (Bir sorunu var)

- She has got a problem. (Bir sorunu var)

- My sister has not a smart-phone. (Kız kardeşimin bir akıllı telefonu yok)

- My sister has not got a smart-phone. (Kız kardeşimin bir akıllı telefonu yok)

- Do you have enough money? (Yeterli paran var mı?)

- Have you got enough money? (Yeterli paran var mı?)

Yukarıdaki örnek cümle çiftlerinin hepsi de doğru. Ancak, have got – has got şeklinde kullanım daha çok İngiltere'de (İngiliz İngilizcesinde) tercih edilir.

Geçmiş ve gelecek zamanda:

Have got / has got yalnızca 'Present Tense' ile kullanılır. 'Past Tense' ve 'Future Tense' ile ‘got’ kullanılmaz.

- I have an idea for a new project. (Yeni proje için bir fikrim var) Present Tense

- I have got an idea for a new project. (Yeni proje için bir fikrim var)

- I had no idea what he was talking about. (Neden bahsettiği  hakkında hiç bir fikrim yoktu.) Past Tense

I had got no idea… veya I had gotten no idea… YANLIŞ

- I will have a car tomorrow. (Yarın bir arabam olacak) Future Tense

I will have got… YANLIŞ

 

(have to… / has to… have got to… / has got to…) 
Bir zorunluluk veya önem söz konusu olduğunda 

- I have to explain what this image means. (Bu görselin ne anlama geldiğini açıklamam lazım)

- I have got to explain what this image means. (Bu görselin ne anlama geldiğini açıklamam lazım)

- She has to do her homework. (Ev ödevini yapması gerekiyor)

 - She has got to do her homework. (Ev ödevini yapması gerekiyor)


Have lunch, have breakfast, have dinner, have a shower gibi sürekli eylemlerde yalnızca ‘Have’ kullanılır (bütün İngilizcelerde):

- Yasemin wants to have breakfast with us. (Yasemin bizimle kahvaltı yapmak istiyor)

have got breakfast... YANLIŞ

- Where did you have dinner? (Akşam yemeğini nerede yedin?

- I have a shower before getting into a swimming pool. (Yüzme havuzuna girmeden önce duş alırım.)

 

26 Mayıs 2022 Perşembe

İngilizcede tahtaya vur

- I’m one of the few people left who hasn’t had covid. Knock on wood. (Covid virusune yakalanmayan ender insanlardan biriyim. Tahtaya vur.)

- Our daughter fells beter than yesterday. Hoping the worst has passed. Knock on wood. (Kızımız bugün dünden daha iyi hissediyor. En kötüsünün geçmiş olması dileğiyle tahtaya vur.)

- If there will be a cause in the future (knock on wood), I’d rather find solution than whine about it.
(Eğer ilerde bir sorun ortaya çıkarsa (aman tahtaya vuralım), sızlanmak yerine çözüm bulmayı tercih ederim.)

- What old supersititions do you belive? For example, do you knock on wood? (Hangi batıl inançlarınız var? Örneğin, tahtaya vurur musunuz?)

Knock on wood:

Türkçedeki tahtaya vurmak deyimin neredeyse aynısı. Nazar değmesin, umalım ki bir talihsizlik olmasın ve her şey yolunda gitsin…

24 Mayıs 2022 Salı

Excuse me - Sorry farkı

Sözlükte her ikisi de özür dileme, af dileme anlamına gelse de; biri, olay gerçekleşmeden önce özür belirtirken, diğeri olay meydana geldikten sonra özür dilerken kullanılır.

Excuse; fill (verb), sorry; sıfattır (adjective).

Excuse me

Bir rahatsızlık vermekten duyulan sıkıntıyı ifade eder. Karşıdaki kişinin işini bölmesine sebep olacak bir istekte bulunulacağı zaman veya bir şey sorulmadan hemen önce kullanılır.

- Excuse me sir, may I ask you someting? (Afedersiniz bayım, bir şey sorabilir miyim?)

- Excuse me Mr. Kaya. I don’t want to disturb you but there appears to be a problem with a client.
(Afedersiniz Sayın Kaya. Sizi rahatsız etmek istemiyorum ama bir müşteriyle ilgili bir sorun var gibi görünüyor.)

Birisinin dikkatini çekmek için bir seslenme ifadesi olarak. Örneğin lokantada garsona seslenirken.

- Excuse me! How much money this hat? (Af edersiniz! Bu şapkanın fiyatı nedir?

Konuşma esnasında karşıdakinin bahsettiği şeyden hoşlanmadığımızda veya tuhaf bulduğumuzda.

- We will also work next weekend. (Gelecek hafta sonu da çalışacağız)

- Excuse me!


Sorry

Bir hatamızdan veya sebep olduğumuz istenmeyen bir sonuçtan sonra özür dilerken.

- I'm sorry for the delayed response. (Geç yanıtladığım için özür dilerim)

Bir olay veya haber karşısında üzgün olduğumuzu belirtmek için.

- I’m sorry for your loss. My condolences to her family and friends. (Kaybın için üzgünüm. Ailesine ve arkadaşlarına başsağlığı diliyorum)

Bir şeyi yapamayacağımızı belirtirken, yani Hayır anlamında.

- I’m sorry. I cannot join to the meeting. (Özür dilerim toplantıya katılamayacağım)

Konuşma esnasında söyleneni tam olarak duymadığımızda veya anlamadığımızda (Can you repeat it? yerine)
- Sorry?  Soru tonlamasıyla birlikte.

Karşıdaki kişinin işini kesip bir şey söyleneceği veya bir şey isteneceği zaman 'Excuse me' yerine de kullanılabilir.
'Sorry' istenmeyen bir sonuçtan dolayı kullanılıyordu ancak bu durumda kişinin işini zaten bölmüş durumdayız.

- I’m sorry for interrupting but... (Böldüğüm için özür dilerim ama...)


 

21 Mayıs 2022 Cumartesi

İngilizcede peş peşe arka arkaya

- Anadolu Efes has won 5 games in a row. (Anadolu Efes art arda 5 maç kazandı)

- Oil prices have set new record highs for 8 days in a row. (Petrol fiyatları üst üste 8 gün boyunca fiyat rekoru kırdı)

- They should respect to me for eliminating this man three years in a row. (Bu adamı 3 yıl üst üste elediğim için bana saygı göstermeleri gerekir)

- Your new video was so funny. I watched it ten times in a row. (Yeni filmin çok eğlenceliydi. Peş peşe 10 kez seyrettim)

- We had three exams in a row today. (Bugün peş peşe 3 sınavımız vardı)

- She will become the first female artist to win the ‘song of the year award’ 4 years in a row.
 Yılın şarkısı ödülünü üst üste 4 kez kazanan ilk kadın sanatçı olacak.

- Our people will watch 50 tik toks in a row but won't listen to one Erkin Koray album!
(Halkımız arka arkaya 50 tik tok videosu izleyecek ama bir Erkin Koray albümü dinlemeyecek!)

In a row:

Peş peşe, arka arkaya, üst üste, art arda anlamlarında bir tekrar ifadesi.
(phrasal verb).

17 Mayıs 2022 Salı

Yer belirtirken at in on kullanımı

Bazı yer, mekan-adres, konum bildirimlerinde on, in ve at edatlarının kullanımları (prepositions)


At
Belirli bir noktadan, özel bir mekandan bahsederken.

- I’m at home. (Evdeyim)

- I’m at Esenboga Airport. (Esenboğa Havaalanındayım)

- We are at Merve’s house. (Mervelerdeyiz)

- They are staying at the Anayurt Hotel. (Anayurt otelinde kalıyorlar)

- She saw him at a party. (Onu bir partide görmüş)

- She attends parties only to sit at the corner and go through her phone.
(Partilere sadece köşede oturup telefonuna bakmak için katılır)

- I parked my car at the entrance. (Arabamı girişe park ettim.)

- I’m waiting for my mom at the doctor's office. (Doktorda annemi bekliyorum)


On
Genel bir alandan bahsederken... Bir sathın üstünde (yol, cadde, çatı, sahil)

- I’m working on Atatürk Avenue. (Atatürk Bulvarında çalışıyorum) Bulvar üzerinde bir yerde.

- Look out for Ahmet and Mehmet on the TV today. (Bugün televizyonda Ahmet ve Mehmet'e dikkat edin)

- He has been living on an island. (Bir adada yaşıyor)

- I live on the second floor. (İkinci katta oturuyorum)

- Go strait ahead. You will see a motel on the left. (Dümdüz devam edin. Solda bir motel göreceksiniz)

- Could you point to Turkey on a map? (Türkiye’yi bir haritada gösterebilir misin?)

- Everyone who works on the farm wears such hats. (Çiftlikte çalışan herkes böyle şapkalar giyer)

- We should add this on the list. (Bunu listeye eklemeliyiz)

- Click on the menu directly beside the floppy disk icon. (Disket simgesinin hemen yanındaki menüye tıklayın)

In
Daha geniş bir alan veya çevresi kapalı bir yer söz konusuysa…
Örneğin; Kıta, ülke, şehir gibi, sınırları olan kavramlarda ‘in’ kullanılır.

- Kids in the classroom for the first time. (Çocuklar ilk defa sınıftalar)

- I live in Ankara. (Ankara’da yaşıyorum)

- They live in the south of Turkey. (Türkiye’nin kuzeyinde yaşıyorlar) Yön belirtirken

- I did some work for a client in Poland. (Polonya’daki müşterim için bazı işler yaptım)

- Your bag is in the kitchen. (Çantan mutfakta)

- I saw the news about Ankara Castle in the newspaper. (Gazetede Ankara Kalesiyle ilgili bir haber gördüm)

- What did you see in the picture? (Resimde ne gördün?)

- I'm still waiting in a queue to pay. (Hâlâ bir kuyrukta ödeme için bekliyorum)  'in a line', 'in the row'

- They were in the garden this morning. (Bu sabah bahçedeydiler)

13 Mayıs 2022 Cuma

İngilizcede her yolu denemek

- My dad will go to any length to help me. (Babam bana yardım etmek için ne gerekiyorsa yapar)

- People who have nothing to lose will go to any length to destroy you. (Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar seni mahvetmek için her yolu denerler. 

- The cats will go to any length to get what they wants. (Kediler istediklerini elde etmenin bir yolunu bulurlar)

- Some people will go to any length for celebrity and money. (Bazı insanlar para ve ün için her şeyi yaparlar)

- They will go to any length to defend their corrupt ideas. (Yozlaşmış fikirlerini savunmak için her yolu deneyeceklerdir)

to go to any length:
Bir şeyi yapabilmek için her yolu denemek / bir yolunu bulmak / ne gerekiyorsa yapmak.

9 Mayıs 2022 Pazartesi

Go there / go to there

Belirli bir yöne hareket bildiren ifadelerde bulunan TO edatı hangi durumlarda kullanılmaz?

- She went to the mall last week. (Geçen hafta alışveriş merkezine gitti)

Yukarıdaki örnekte 'mall' bir isim (noun) olduğundan, öncesinde TO edatı geldi.

Ancak;

There, anywhere, nowhere, somewhere, outside, inside, abroad, upstairs, downstairs,
 underground, downtown
gibi yer bildiren zarflardan (adverbs) önce TO bulunmaz.


- I feel like my life is going nowhere. (Hayatımın hiç bir yere gitmediğini hissediyorum)

"…is going to nowhere."  ifadesi YANLIŞ olur.

- I’ve never stepped inside that store! (O dükkanın içine adımımı atmadım!)

- Do you want to travel abroad to study? (Çalışmak için yurtdışına gitmek istiyor musun?)

- The dog headed upstairs and to the Mete’s room. (Köpek üst kata ve Mete’nin odasına yöneldi.)

- You should go outside and touch some grass. (Dışarı çıkmalı ve biraz çimenlere dokunmalısın.)

- Are you going there? (Oraya mı gidiyorsun?)

- I love walking donwtown. (Şehir merkezine doğru yürümeyi seviyorum.)

- Tomorrow we will go somewhere else. (Yarın başka bir yere gideceğiz.)

6 Mayıs 2022 Cuma

İngilizcede Gün Gibi Ortada

- It’s clear as day that she has been waiting you to say something. (Sana bir şeyler söylemek için beklediği gün gibi ortada)

- You think he is so clever but it’s clear as day how hopeless he is. (Onun çok zeki olduğunu düşünüyorsun ama nasıl umutsuz olduğu gün gibi ortada)

- I didn’t want to meet with them. It was clear as day that they have the same opinions. (Onlarla buluşmak istemedim. Aynı görüşlere sahip oldukları gün gibi açık)

- Did they forgot how to play volleyball? We will lose the match! Clear as day. (Voleybol oynamayı mı unutmuşlar. Maçı kaybedeceğiz. Gün gibi ortada.

Clear as day: Gün gibi ortada, açık seçik anlamında İngilizce deyim.

1 Mayıs 2022 Pazar

if clause çeşitleri ve örnekler

If / Koşullu cümleleri iki bölümden oluşur: Koşul + Sonuç (main verb) 

If, 4 farklı biçimde koşullu cümlelerin içinde yer alır (if clauses).

Zero Conditional

Bilimsel gerçeklerden veya genel doğrulardan, neden/sonuç durumlarından söz ediliyorsa:

if + present simple / present simple

- If the whether is good, she runs around the lake. (Hava güzel olursa, gölün etrafında koşar)

- If you don’t water your plants, they die. (Bitkilerini sulamazsan, ölürler)


First Conditional

Bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda onun muhtemel sonuçlarından bahsederken:

if + present simple / will + infinitive

- If I go to the bazaar, I will get some apples. (Eğer pazara gidersem, biraz elma alırım) alacağım

- If she dosen’t hurry, she will miss the bus. (Acele etmezse, otobüsü kaçıracak)


Second Conditional

Şimdide veya gelecekte gerçekleşmesi pek mümkün olmayan veya varsayımsal durumları ifade ederken:

if + past simple / would + infinitive

- If I had more money, I would get a better camera. (Eğer fazla param olsaydı, daha iyi bir kamera alırdım) alırım

- If I were you, I would move to Ankara. (Yerinde olsaydım, Ankara’ya taşınırdım) Ama sen değilim


Third Conditional

Hayali bir durum söz konusudur. Geçmişteki gerçekleşmemiş durumlardan ve onların olası sonuçlarından bahsederken. Örneğin bir pişmanlık dile getiriliyorsa bu yapı kullanılır.

if + past perfect / would have + past participle

- If you had talked to me, I would have given you my car. (Benimle konuşsaydın, sana arabamı verirdim)

28 Nisan 2022 Perşembe

İngilizcede Son Çare Olarak

- I sold some of my belongings for food money last year as a last resort.
(Geçen yıl bazı eşyalarımı yiyecek parası için son çare olarak satmıştım)

- They used surgery as a last resort because my dog didn’t improve.
(Köpeğim iyileşmediği için son çare olarak ameliyat seçeneğini kulladılar)

- As a last resort, I will have to find someone to fix my camera.
(Son çare olarak kameramı onarması için birini bulmam gerekecek)

- This option must only be used as a last resort. (Bu seçenek son çare olarak kullanılmalı)

- When a rat is cornered it might decide to attack as a last resort.
(Bir fare köşeye sıkıştığında son çare olarak saldırmaya karar verebilir)

- We could have asked him for some money as a last resort.
(Son seçenek olarak ondan biraz para isteyebilirdik)

As a last resort:

Yapacak başka bir şey kalmadığında, son seçenek olarak...

ingilizce deyimler

26 Nisan 2022 Salı

Alright mı? All right mı?


Sağlık durumunda bir terslik olup olmadığını sorarken:

- Hey! Are you all right?
(Hey! iyi misin?) 
- Hey! Are you alright? (Hey! iyi misin?) 

Birisinin içini rahatlatmak için, güvence vermeye çalışırken:

- Everything is going to be alright. Don’t worry.
(Her şey iyi olacak. Endişelenme) Sorun çıkmayacak.



Bir şeyin tatmin edici veya uygun olup olmadığını sorarken:

- It’s the first time I’ve coocked this bread. Does it taste all right?

(Bu ekmeği ilk kez pişiriyorum. Tadı iyi mi?) Tadı nasıl? Olması gerektiği gibi mi?

- What do you think about my new hat? Be honest please. Does it look alright on me?
(Yeni şapkam hakkında ne düşünüyorsun? Dürüst ol lütfen. Benim üzerimde iyi duruyor mu?)


İzin isterken:

- Excuse me. Is this yours? Is it all right if I take your newspaper?
 (Afedersiniz, Bu sizin mi? Gazetenizi alabilirim değil mi?)

İfadeye heyecan ve canlılık katmak için ünlem olarak:
- Alright! Let's get a win tonight! (Pekala! Haydi bu gece bir galibiyet alalım!)


Gönülsüz Evet /onay:
-You have to study harder for the exams. (Sınavlara daha sıkı çalışman gerekiyor)
- Alright


Alright ve All right aynı şeydir. Yukarıdaki cümlelerde birbirlerinin yerine kullanılabilirdi.

Ancak;

Alright > informal (günlük dilde kullanılan)

All right > formal (dil bilgisi kurallarına uygun)  


Bir de, yukarıdaki örneklerin bağlamından tamamen uzak, telif haklarıyla ilgili “Tüm Hakları Saklıdır” anlamında kalıp bir ifade vardır: All Rights Reserved 

22 Nisan 2022 Cuma

I don't mind - I don't care farkı

- Would you like orange juice or ayran?
(Portakal suyu mu, ayran mı içersin?)

- Would you rather watch a film or the news?
(Haberleri mi yoksa bir film izlemeyi mi tercih edersin?)


Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi 2 seçeneğin sunulduğu sorularda, bazen bir tercihte bulunmayıp "fark etmez, benim için ikisi de uygun" gibi bir cevap vermek gerektiğinde;

- I don't mind

- I don't care

- It dosen’t matter

Bu 3 ifade benzer olsa da, söyleyiş şekli, tonu ve bulunulan ülkeye göre anlam değişebilir, yani söyleyenin niyeti ve dinleyenin algıladığı farklı olabilir. Bu tür sorularda tercih belirtirken:

İngiliz İngilizcesine göre;
 I don’t mind: fark etmez, itiraz etmem
 I don't care: ilgilenmiyorum veya umurumda değil

Amerika veya Kanada'da ise;
 I don’t care: "fark etmez", "bana hepsi uyar" ifadelerine karşılık geliyor.


"It dosen’t matter" ifadesi "önemi yok", "fark etmez" anlamlarına geliyor ancak yumuşatmak için yardımcı sözcüklerle bazı eklemeler yapılabilir. Örn. "It dosen’t really matter for me" (Gerçekten benim için fark etmez).

Genel olarak, böyle durumlarda "I don't mind" ifadesinin daha yumuşak ve nazik bir karşılık olduğu söylenebilir.    


- Do you mind if I open the window?
(Pencereyi açmamda sizin bir sakınca var mı?) Pencereyi açarsam sorun olur mu?

- No, I don’t mind.
(Hayır, sakıncası yok)

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi bir şey için izin/onay isteniyorsa.

Burada cevap olarak "I don’t care" verilirse, kabaca "ilgilenmiyorum" veya  "umursamıyorum" gibi anlamlar çıkarılabilir.



-Would you mind filling this survey out for a research.
(Bir araştırma için bu anketi için doldurmanda bir sakınca var mı?)

- Sorry, I’m very busy now (Üzgünüm çok meşgulum) 

- Sure (tabii)

19 Nisan 2022 Salı

ingilizce - Kusura Bakmayın

- I have just to clean the screen, dont't mind me. (Hemen ekranı temizlemem lazım, kusura bakmayın)

- Please don't mind me. I'm just sharing my thoughts. (Lütfen kusura bakmayın, sadece düşüncelerimi paylaşıyorum)

- I will be back to work tomorrow. Looking forward to seeing everyone in there! Don't mind me if I cry.
(Yarın işe dönüyorum. Oradaki herkesi görmek için sabırsızlanıyorum. Ağlarsam kusuruma bakmayın)

- Sorry, please don’t mind me. I have to eat this roll while walking to the car. I haven't eaten anything all day.
 (Özür dilerim, lütfen bana aldırmayın. Arabaya yürürken şu dürümü yemeliyim. Tüm gün ağzıma bir şey sürmedim)

- If you don’t mind me asking? What happened? (Sormamda sakınca yoksa? Ne oldu?)
Bu soru kalıbı şeklinde, ‘sormamda sakınca yoksa’ anlamında da sıkça kullanılır.

Don't mind me:

Kusuruma bakmayın, bana aldırmayın/görmezden gelin, işinizi bölmüş olmayayım, siz bana bakmayın  gibi anlamları olan bir ifade.


Bana aldırmayın sadece masadan düşecek bir şeyler için bekliyorum.
Bana aldırmayın, sadece masadan bir şey düşerse diye bekliyorum.

13 Nisan 2022 Çarşamba

İngilizcede Arı kovanı gibi

- Our street is always a hive of activity. (Sokağımız her zaman arı kovanı gibidir)

- Ulus was a hive of activity last week. People were shopping or just browsing. (Ulus dün arı kovanı gibiydi. İnsanlar alışveriş yapıyor ya da sadece geziniyordu)

- This workplace might look like an unassuming room now, but it used to be a hive of activity. (Bu dükkan şimdi mütevazı bir oda gibi görünebilir ama eskiden arı kovanı gibiydi)

 A hive of activity:

Bir yerin çok meşgul veya çok hareketli görünüşünü, yoğunluğunu vurgulamak için kullanılan deyim. Türkçedeki 'Arı kovanı gibi' deyimine benzer.

ingilizce deyimler

7 Nisan 2022 Perşembe

have been learning - have learnt

Present Perfect Continuous / Progressive

Geçmişte başlamış ve hala sürmekte olan eylemler / olaylar ifade edilirken…

Subject + have/has + been + Verb(ing)


- We have been working here since 2005. (2005 yılından beri burada çalışıyoruz)

- The price of oil has been rising steadily the last several months.
(Petrol fiyatları son birkaç aydır istikrarlı bir şekilde yükseliyor)

- It has been raining for hours. (Saatlerdir yağmur yağıyor)

- Africans have been walking across the continent for thousands of years. (Afrikalılar binlerce yıldır kıtada yürüyorlar)

- How long have you been waiting for me? (Beni ne kadar zamandır bekliyorsun?)

- She hasn’t been saving money. (O para biriktirmiyor)



Present Perfect Tense ile Present Perfect Continuous farkı

Present Perfect geçmişte başlayıp bugünü etkileyen,

Present Perfect Continuous geçmişte başlayıp bugünü etkileyen ve hâlâ devam eden fiilleri ifade eden zamandır.

Present Perfect ile asıl vurgulanan eylem veya olayın kendisi iken,

Present Perfect Continuous ile vurgu yapılan öncelikle süreçtir. Eylem veya olay şu kadar zamandır sürmektedir. Bu yüzden for, since gibi zaman zarfları kullanılır.

- I have been learning English idioms for three years. (Üç yıldır İngilizce deyimleri öğreniyorum)

- I have learnt English idioms. (İngilizce deyimleri öğrendim)

Present Perfect Continuous geçmişte başlayıp bugünü hala devam eden zamandır denmişti ancak bazı istisnaları vardır.

- I have been calling you for hours. (Saatlerdir seni arıyorum)
Örnekte telefonla aranan kişiye ulaşılsa bile ifadeye bir sitem havası katmak için bu yapı kullanılabilir. Ne kadar uzun zamandır ulaşılmaya çalıştığı vurgulanır.


Bütün perfect continuous zamanlarda 'been' yardımcı fiili bulunur. (Present perfect continuous, past perfect continuous, future perfect continuous)

Bütün continuous zamanlarda olduğu gibi Present Perfect Continuous ile durum fiilleri (stative verbs) kullanılmaz.
Örn: like, love, know, understand...

Yanlış bir cümle olacak 'I have been knowing...' yerine, Present Perfect zamanlı 'I have known...' kullanılır.

4 Nisan 2022 Pazartesi

İngilizcede dilini mi yuttun?

- Whats’s your problem? Cat got you tongue? (Sorunun ne? Dilini mi yuttun?)

- Say something please! Cat got you tongue? (Lütfen bir şey söyle, dilini mi yuttun)

- What’s the matter? Cat got you tongue? (Neyin var, dilini mi yuttun?)

Cat got your tongue?

Birisinin belirgin bir şekilde ve özellikle sessiz kaldığı durumlarda kullanılan, Türkçedeki "Dilini mi yuttun?" deyiminin karşılığı…

Birebir Türkçe karşılığı "Kedi dilini mi kaptı-götürdü?" olduğu halde, deyim veya atasözlerinin doğası gereği burada kastedilen “Neden konuşmuyorsun?” ifadesidir.

Bazen alay etmek için de kullanılır.

- Hey! Cat got you tongue? Have you seen the latest news? I said that the picture was photomontage. (Hey! dilini mi yuttun? Son haberleri gördün mü? Resmin fotomontaj olduğunu söylemiştim)

29 Mart 2022 Salı

İngilizcede had had

Basit bir örnek cümle ile Past Perfect Tense hatırlatması:

- When the police came, the thief had gone. (Polis geldiğinde hırsız kaçmıştı)

Subject + had + verb3(pp)

Past Perfect Tense kullanımıyla ilgili diğer örnekler: Past Perfect ve örnek cümleler

Had had


'to have' fiili bir past perfect tense cümlesinde geçtiğinde ortaya çıkan ikileme.  

- When my friends came I had had breakfast. (Arkadaşlarım geldiğinde kahvaltımı bitirmiştim) Burada ‘to have breakfast’ fiilinin 3. zaman hâli (past participle) kullanılması gerektiğinden 'had breakfast' oldu. Past Perfect Tense gereği, öncesinde aldığı ‘had’ ile birlikte de ‘had had breakfast’ şeklini aldı.

- The doctor said they had had a lot of people coming in with the same complaint. (Doktor, aynı şikayetle gelen pek çok hastasının olduğunu söyledi.

- She said that a famous newpaper had had to change its title of an article because some people were offended. (Ünlü bir gazetenin bir haber başlığını değiştirmek zorunda kaldığını, çünkü bazı insanların rahatsız olduğunu söyledi)

- I had had a bath and went out. (Banyo yaptım ve dışarı çıktım)

- My grandma had had flu in 2020 that halted her for a while. (Büyükannem 2020 yılında onu bir süre tökezleten bir grip geçirmişti)

- If you hadn't had those vitamin, you would be ill. (Şu vitaminleri almasaydın hasta olurdun)

- Had she had lunch before she went to gym. (Spora gitmeden önce öyle yemeği yemiş miydi?)

24 Mart 2022 Perşembe

İngilizcede had better

Had beter

'İyi olur' manasına gelen bir modal. İyi fikir. Söz konusu eylem yapılsa iyi olur aksi halde sorun çıkar gibi bir kesinlik ifade eder. Bu durumda 'had beter' ifadesini elbette bir fiil takip etmeli.

- I had beter wake up early. First day in the new office. (Erken kalksam iyi olur. Yeni ofiste ilk gün)

- I had beter not forget my wife’s birthday. (Karımın doğum gününü unutmasam iyi olur)

- I have gained weight during the pandemic. I’d better do some exercise. (Salgın hastalık sırasında kilo aldım. Biraz spor yapsam iyi olur) I had, I’d şeklinde kısaltıldı.


'Had beter', You, he, she, they gibi öznelerle birlikte kullanıldığında cümleye bir uyarı veya tehdit etme anlamı verebilir.

- You’d beter finish your meal. (Yemeğini bitirsen iyi olur)

- They had better hurry up and end this game! (Acele edip bu oyunu bitirseler iyi olur!)

- He'd better not stand the window. (Pencerenin yanında durmasa iyi olur)



'Had better' ifadesini bir isim veya sıfat takip ederse geçmiş zamanda bir sahiplik durumundan bahsediliyordur. 'Daha iyi' bir şeye sahip olma.

- I wish I had better relationships with my colleagues. (Keşke meslektaşlarımla daha iyi ilişkilerim olsaydı)

- I saw a starling by the road this morning. I took a few photos. Wish I had better zoom capabilities. (Bu sabah yolda bir sığırcık gördüm. Birkaç fotoğraf çektim. Keşke daha iyi yakınlaştırma kapasitesine sahip olsaydım) Fotoğraf makinesinin zoom yeteneğinden bahsediyor

22 Mart 2022 Salı

İngilizcede aşağı yukarı

- They were more or less delighted. (Az çok memnun olmuşlardı)

- He admits that more or less everything he did was wrong. (Aşağı yukarı her şeyi yanlış yaptığını kabul ediyor)

- Metin makes sad his mum more or less every day. (Metin annesini aşağı yukarı her gün üzüyor)

- Do you speak Arabic well? (Arapçayı iyi konuşuyor musun?)
- More or less. (Şöyle böyle)

- Are you reading Oblomov? After initial difficulties the reading will become more or less easy. (Oblomov’u mu okuyorsun? İlk zorluklardan sonra okumak az çok kolay hale gelecektir)

More or less:

Az çok, aşağı yukarı, şöyle böyle anlamlarına gelen ifade…






17 Mart 2022 Perşembe

İngilizcede sıradan

- Hagi wasn’t some run-of-the-mill football player. (Hagi sıradan bir futbolcu değildi)

- I bought a second hand camera to learn the photography. It was cheaper than yours.  It’s a run-of-the-mill device. (Fotoğrafçılığı öğrenmek için ikinci el bir kamera aldım. Seninkinden ucuzdu. Sıradan bir cihaz)

- Limonata could have been a run-of-the-mill film but Serkan Keskin turns it into an interesting road story. (Limonata sıradan bir film olabilirdi ama Serkan Keskin onu ilginç bir yol hikayesine dönüştürüyor.

- I make my own breads. They are so much better than anything from a run-of-the-mill bakery. (Kendi ekmeğimi yapıyorum. Sıradan bir fırındakilerinden çok daha iyiler.

Run-of-the-mill:

Sıradan, âlâlade, özel olmayan. 

ingilizce deyimler

15 Mart 2022 Salı

Can - Be able to farkı

Can - modal verb

To be able - verb

-abilmek, -ebilmek (ability)

CAN, genel bağlamdaki ifadelerde vardır. Yani her durumda 'be able to' yerine kullanılamaz.

BE ABLE, 

Özel durumlardan veya belirli bir zamandan bahsedilirken. Çoğu durumda 'can' yerine kullanılabilir. 

- I can speak Turkish. (Türkçe konuşabilirim) Türkçe konuşabiliyorum

- I can ride a bike. (Bisiklet sürebilirim)

- I’m not able to ride a bike today. I have a lot of work to do. (Bugün bisiklet süremem. Yapacak çok işim var)

- I‘m able to ride a bike. (Bisiklet sürebilirim)



İhtimal dahilindeki durumlardan bahsedilirken de can kullanılır:

- A flock of starlings can be a thrilling sight. (Bir sığırcık sürücü heyecan verici bir görüntü oluşturabilir)

- We can even see snow in April. (Nisan ayında bile kar görebiliriz)



Can bir modal olduğundan başka bir fiili takiben kullanılamaz. Bu tür durumlarda to be able (infinitive) fiili gelmeli.

- I was too busy. I want to be able to read the book in this weekend. (Çok yoğundum. Hafta sonu kitap okuyabilmek istiyorum) I want can to… diyemeyiz.



Can, Present Tense (geniş zaman) ve Past Tense (geçmiş zaman) cümlelerinde kullanılır (geçmiş zamanda could).
Future Tense, Present Perfect Tense gibi bazı zamanlarda kullanılamaz.

- Be able, future ve present perfect tense dahil tüm zamanlarda kullanılabilir.

- Finally, I will be able to sleep tonight. (Sonunda bu gece uyayabileceğim)

- She has been able to achieve her goals after many years. (Yıllar sonra hedeflerine ulaşabildi)



Can, diğer modallarla birlikte kullanılamaz. (must, should, would vs.)

to be able, başka modallarla birlikte kullanılabilir.

- They should be able to work with us. (Bizimle çalışabilmeliler)

- If I hadn't headache I would be able to go to school today. (Başım ağrımasaydı bugün okula gidebilecektim)



Can, geçmiş zamanda could

Be able to, was /were able to halini alır.

- I could climb the trees when I was young. (Gençken ağaçlara tırmanabilirdim)

- I was able to climb the trees when I was young. (Gençken ağaçlara tırmanabilirdim)



Geçmiş zaman olumlu cümlelerinde de yukarıda bahsedilen fark geçerlidir. 'Could' daha genel ifadelerde, 'was/were able to' daha spesifik (özel) durumlarda veya zamanlarda kullanılır.

- Our baby broke the radio. Thankfully, we were able to repair it. (Bebeğimiz radyoyu bozdu. Neyse ki, tamir edebildik)

- I'm glad the payment was able to arrive to the correct address. (Ödemenin doğru adrese ulaşabilmesine sevindim)



Olumsuz cümlelerde couldn’t ve weren’t/wasn’t able çoğu durumda birbirinin yerine kullanılabilir.

- He couldn’t join the meeting because his mother was sick. (Toplantıya katılamadı çünkü annesi hastaydı)

- He wasn’t able to join the meeting because his mother was sick. (Toplantıya katılamadı çünkü annesi hastaydı)



Could ayrıca rica cümlelerinde kullanılır.

- Could you put my name on it too? (Onun üzerine benim ismimi de yazabilir misin?) Koyabilir miydin? diyor herhalde.


Could kullanımı - örnekler

10 Mart 2022 Perşembe

İngilizcede Zamana Ayak Uydurmak

- You need to get with the times. (Zamana ayak uydurmalısın)

- My grandfather has started using social media. He says get with the times or get left behind. (Büyükbabam sosyal medya kullanmaya başladı. “Zamana ayak uydur ya da geri kal” diyor.

- I think, my mother won’t get with the times. She still uses a phone she bought 20 years ago. (Sanırım annem zamana uyum sağlayamayacak. Hala 20 yıl önce aldığı telefonu kullanıyor.

- Some companies refuse to get with the times. This is one of the reasons for the failing. (Bazı şirketler zamana ayak uydurmayı reddediyor. Bu batma sebeplerinden biri)

Get with the times:

Güncel olanı ve yeniyi takip etmek, zamana ayak uydurmak. Eskilerde kalmamak.

7 Mart 2022 Pazartesi

Maybe / May be farkı

Maybe / may be

Belki, muhtemel, mümkün. 'Maybe' ve 'may be' benzer anlamlara gelseler de eşanlamlı sözcükler gibi aynı cümlede birbirlerinin yerine kullanılamaz.

maybe

Adverb (zarf)

👉 Genellikle cümlelerin başında bulunur.



may be

fiil + yardımcı fiil (verb + auxiliary verb)

👉 Genellikle özneden sonra gelir.



- I’m happy. (Mutluyum)

- I may be happy. (Mutlu olabilirim)

- Maybe I’m happy. (Belki mutluyum)



- She is tried. (O yorgun)

- She may be tried. (O yorgun olabilir - yorgundur)

- Maybe she is tried. (Belki yorgundur)



- Maybe the concert is cancelled. (Belki konser iptal edilmiştir) maybe (zarf) + concert (isim) + is (to be)

- The concert may be cancelled. (Konser iptal edilmiş olabilir) concert (isim) + may (fiil) + auxiliary verb (yardımcı fiil)

İlk cümledeki 'is' to be fiili, ikinci cümlede 'be' yardımcı fiiline dönüştü.



- I won’t see you again. (Seni tekrar göremeyeceğim)

- I may not see you again. (Seni tekrar göremeyebilirim)

- Maybe I won’t see you again. (Belki seni tekrar göremeyeceğim)

İkinci cümlede 'may' fiilinden sonra 'be' yardımcı fiili gelmedi. Çünkü 'be' yardımcı fiilini genellikle bir sıfat veya isim takip etmelidir. Bu cümlede 'may' fiilini bir başka fiil takip ediyor (see).

22 Şubat 2022 Salı

İngilizcede Uzun uzadıya

- Marketing issues are discussed at lenght in our meeting with CEO. (Yönetici ile yaptığımız toplantıda pazarlama meseleleri derinlemesine tartışıldı.)

- She talked to us at lenght about how complicated his life was. (Bize hayatının ne kadar karmaşık olduğunu uzun uzun anlattı)

- Yakup Kadri talks about this at lenght in his book Ankara. (Yakup Kadri, Ankara adlı kitabında bunu uzun uzun anlatır)

- I will write at lenght about how crappy place is. (Ne kadar berbat bir yer olduğunu uzun uzadıya yazacağım)

At lenght:

Uzun uzadıya, derinlemesine, ayrıntılarıyla anlamlarındaki İngilizce ifade.


18 Şubat 2022 Cuma

İngilizce Af Buyur?

Come again

(Informal) günlük dilde genelde şaşırma ünlemi yerine, "ne dedin?"
"bir daha söyle!",
"buyur?",
"efendim!?" anlamlarına gelen argoya yakın bir ifade. 
Yani "duyduğumdan veya doğru anladığımdan tam olarak emin değilim. Şunu bir daha söyle!"

Genellikle arkadaşlar arasında veya aile içinde kullanılır.

- I’m flying to Chine tomorrow. (Yarın Çin’e gidiyorum - uçuyorum)
- Come again? (Buyur?)


- Can you gift me those shoes? (Şu ayakkabıları bana hediye eder misin?)
- Come again? (Ne dedin?)


"You what now" ifadesi de benzer bir anlamdadır.